Resist the Devil and He Will Flee (Text Only) | Resurrect

KAYIP BOLGE

19 MAYIS'ın ÇAĞRISI:DEVRİMCİLİK

 

Mustafa Kemal Atatürk

Dünyada en akıllıca ve mantıklı şey devrimci olmaktır. Çünkü devrimci için hiçbir kapı kapanmaz. Devletin ve düzenin dar labirentinden çıkan devrimci Mustafa Kemal gibi halkın açtığı binlerce kapının önünde özgürleşir. Damat Ferit’in kabinesinde soysuz bir nazırlığı veya Vahdettin’in kızını gelin seçip Saray’da keyif çatmayı reddeden Mustafa Kemal elbette ki bazı kapıları bir daha hiç açılmamak üzere kapattı. Ama devrimin olanakları kimsenin hayal edemeyeceği bir dünya kuracak kadar boldu.

Vatanı savunmak için vatansever olmak yetmez devrimci olmak şarttır

19 Mayıs’ın çağrısı devrimciliktir. Çünkü vatanı savunmak için vatansever olmak yetmez, devrimci olmak şarttır.

30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı ve Türk’ün elinde kalan son vatan toprakları da işgal edilmeye başlandı.

Aradan 6 ay 19 gün geçmesine rağmen bir Kurtuluş Savaşı’nın başlamamasını sizce neye yormalıyız?

Bu soruyu her Türk vatanseverine veya TV önünde Türkiye’de ve dünyada olup bitenlere küfredip duran ortalama Atatürkçülerin hepsine soralım.

Hani şu küçümsediğimiz Saddam ve Araplar ABD işgalinin ilk günü bombaları ve silahları patlatmaya başlatmıştı.

Sadece Irak değil, dünyanın neresinde bir mazlum, vatanı işgal edildiyse direniş destanına işgal utancıyla aynı gün başlamaz mı?

Kahraman Türk Milleti, 4 yıl önce Çanakkale’de dünyanın en büyük emperyalist filolarını denize gömmüş yiğit millet, niye 6 ay 19 gün boyunca silahlı direnişi başlatmak ve 6 ay 15 gün boyunca ilk kurşunu yakmak için bekledi?

19 Mayıs 1919’a kadar, Türkiye’nin işgalinin sömürgecilik tarihinde çokça rastlanan teslimiyet öykülerine çok benzediğini görüyoruz. İşgalci teğmenden ricacı paşalar, Yunan birliklerini zafer taklarıyla karşılayan eşraf, İstanbul’da din değiştirme öyküleri, Anadolu’da azan azınlıklar ve Türklerin katledilme sahneleri…

19 Mayıs 1919’dan itibaren hikayenin sadece Türkiye için değil, tüm mazlum dünyası için değiştiğini görüyoruz. Ulusal Kurtuluş Savaşı ve devrimciliğinin başlangıç tarihiyle birlikte insanlık yeni bir çağa girdi.

İşgal edilen sömürgeler direniş için yüzyıllarca değil, artık birkaç günlük hazırlık sonunda direnişe geçmeye başladı.

Ancak 6 ay 19 günlük bekleyişi asla es geçemeyiz. Türklüğün tarihinde de böyle bir esaret dönemi oldu. Belki sonunda tüm mazlumlar için bir kurtuluş reçetesi çıktı ortaya ama 6 ay 19 günlük utanç günleri bizler için Kurtuluş Savaşı’nın destanı kadar öğretici olmalıdır.

Alacağımız ders basittir:

Vatanseverliğin ilk şartı devrimciliktir.

Teslimiyeti ilk reddeden: Mustafa Kemal

Mustafa Kemal’in kişisel öyküsü burada belirleyicidir. Kendisine Mondros Ateşkes Antlaşması’nın maddeleri tebliğ edildiğinde, Yıldırım Orduları Komutanı olarak Adana’dadır.

İlk iş olarak antlaşmanın maddelerine itiraz eder. Rauf Orbay İngiliz mareşalden maddelerin kötüye kullanılmayacağına dair erkek sözü almakla meşgulken, Mustafa Kemal antlaşma maddelerinin tek ama tek bir amacı olduğunu hemen görür: İşgal ve topyekûn esaret.

Antlaşmanın reddedilmesini isteyen Mustafa Kemal, uyarılarını İstanbul’da dinleyecek kimsenin kalmadığını anlar. Ardından maddelere uymayacağını iletir. İstanbul’dan ise kendisine sert bir yanıt ve derhal Fransız subaylarıyla işbirliği yapma uyarısı gelir.

Kasım’ın ilk günlerinde yaşanan bu restleşmeye Mustafa Kemal’in yanıtı, İskenderun’a gelecek Fransız subaylarına silahla direneceği yönündedir. İstanbul’dakilerin dili tutulur.

Alelacele Mustafa Kemal görevden alınır. Ancak bu çok kritik ilk saatlerde emrindeki ordunun silahlarını, işgal subayları yerine yerel direniş güçlerine dağıtan Mustafa Kemal aslında direnişin ilk fitilini yakar. Maraş’ın Kahraman, Antep’in Gazi, Urfa’nın Şanlı ve Adana’nın sıfatsız kahraman olmasını sağlayan yerel direniş böylelikle mümkün olur.

Şimdi Bağdat’ı, Baas’ın halka dağıttığı on milyon silahı ve işgalin ilk günü başlayan silahlı direnişi hatırlayın. Mustafa Kemal’i acaba bizden daha iyi anlayanlar mı var?

Bandırma Vapuru

Mandacı ve Mondrosçu vatanseverler ile gemileri yakıp Samsun’a çıkanlar arasındaki fark sadece ve sadece devrimciliktir. Yoksa her iki insan türünün beyin çapı ve zekâ hücrelerinin sayısı biyolojik olarak aynıdır. Ancak devrimcilik zekâyı, aksi aptallığı yükseltir.

Kurtuluş çaresi gemileri yakmaktır

Rauf Orbay gibilerinki aşırı saflık mıdır?

Veya Mustafa Kemal’inki mucizevi bir öngörü müdür? Bu insanın hep geleceği görmesi ve ulusunu tehlikelere karşı hazırlaması peygambervari bir yetenek midir?

Mucizenin kaynağı peygamberlik değildir elbette, devrimciliktir.

Çağdaşlarından bir tek Mustafa Kemal Osmanlı’nın yıkılmaya mahkûm ve köhne bir devlet olduğunu görüyordu. Bu noktadan sonra Devlet-i Aliye-i Osmaniye’yi kurtarmak üzerine kurulu her türlü hal çaresi, aslında vatanı ve ulusu katletmek demekti.

Dolayısıyla mesele, çok az insanın görmeye cesaret edebildiği ama apaçık ortada olan o çelişkide doğru kararı verebilmekti. Ya Osmanlı’yı kurtarmak için saltanatın yanında olmak, ya da Türklüğü ve Türkiye’yi kurtarmak için saltanat ve işgalciler dahil her türlü güce karşı çıkmak.

Eski kafalar eski hal çarelerine takılıp kalmıştı. Çünkü 300 yıldır toprak kaybetmek ama saltanatı kurtarmak bir devlet geleneği olmuştu.

Mustafa Kemal ise milliyetçi ve devrimci bir kafaya sahipti. Devletler yıkılabilirdi ama millet baki kalırdı.

Yıllar sonra Nutuk’ta Atatürk o dönem “işgale karşı düşünülen kurtuluş çarelerini” özetlerken bu çarelerin genellikle yerel direniş ve “hukukun müdafaası” temelinde yenilgiye mahkûm çareler olduğunu belirtmektedir. Hatta kurulan derneklerden birinin adı da “Trabzon Adem-i Merkeziyet” cemiyetidir.

1919 Mayısına kadar İstanbul’da kalan Mustafa Kemal’in aklında ise tek bir düşünce vardır: Yerel ve birbirinden bağlantısız direnişi, tek bir merkezden yönetilen milli bir direniş haline getirmek…

Bunun tek yolu ise saltanata rağmen ulusal egemenliğe dayalı yeni bir devlet ve ordu kurmaktır.

Kısacası zamanının vatanseverleri ile Mustafa Kemal arasındaki fark devrimciliktir.

Mustafa Kemal gemileri yakmak taraftarıdır. Zaten bu devrimciliğin ilk şartıdır. Bu tehlikeyi gören İngilizler ve Vahdettin, Mustafa Kemal’e bakanlık ve hatta Vahdettin’in kızıyla faydalı bir izdivaç önerirler. Mustafa Kemal ise çeyiz olarak Anadolu’da kalan tüm orduların komutanlığını istemektedir. Bu önerilerin hepsini reddeder.

Günümüz “reel politik”çilerine göre ne aptalca bir davranış değil mi? Oysa o günlerde bütün vatanseverlerin gözünü Mustafa Kemal’inki gibi “maceraperest ve çılgınca hırslar(!)” bürümemiştir.

Gerçekten de çok daha aklıselim ve reel politik uzmanı isimler de vardır. Örneğin Rauf Orbay “en iyi ve en tehlikesiz” işgal antlaşmasına imza atarak Mondros’tan dönen bir vatan kahramanıdır!

Halide Edip ise on binleri Sultanahmet’e toplayıp işgale karşı halkın tepkisini mükemmel bir miting ile göstermiştir. Böylelikle Amerikan mandası gibi gerçekten reel politik çerçevesinde en acısız ve kazançlı bir çözümün en ateşli sözcüsü olarak kendine isim yapabilmiştir.

Daha neler neler…

Mustafa Kemal acaba kimilerinin Deniz Gezmiş için dediği gibi bir “maceracı”, “temkinsiz toy bir delikanlı” mıydı? Çağdaşları için muhakkak öyleydi.

Ama bugün Atatürk’e deha deniyor. Çünkü vatanı kurtarmak için vatansever olmak yetmiyordu. Devrimci olmak gerekiyordu.

Devrimcilik insanı dahi yapıyordu. Düzen yandaşlığı ise aptallaştırıyordu.

Atatürk Tek Adam mı oldu, Tek Adam mı kaldı?

Atatürk ve silah arkadaşlarıyla ilgili son bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekir. 1919’dan başlayıp 1938’e dek süren Atatürk dönemine neden tek parti dönemi değil de Tek Adam dönemi denir?

Gerçekten de Atatürk Tek Adam’dır. Diğerleri ise silah veya yol arkadaşları. Ve her ciddi sınavda epeyce silah arkadaşının yollarda kaldığı ve Atatürk’ün yine Tek Adam olarak kurtuluş ve devrim kervanını ilerlettiği görülebilir.

Örneğin Mustafa Kemal ile birlikte Anadolu’dan bir direniş hareketi başlatmayı planlayan ekipte ondan çok daha üst rütbede askerler vardır.

Ancak İsmet Paşa dahil kimse O’nunla birlikte Samsun’a çıkmayı seçmez. Hatta İsmet Paşa en sonunda Mustafa Kemal’e bu işlerin beyhude olduğunu belirtir. Çekilip bir çiftlikte emeklilik hayatına başlamayı teklif eder.

Kâzım Karabekir ise zaten Anadolu’da dağıtılmayan tek ordunun başındadır; ancak İstiklâl Savaşı’nı başlatmayı değil, Mustafa Kemal’i beklemeyi seçer.

Çünkü o da Tek Adam’ın boynuna idam fermanını takmasını ve Anafartalar kahramanı olarak milletin önüne geçmesini beklemektedir. Bir ordu komutanıyla kurtarıcı bekleyen köylünün aynı bilinç düzeyinde olduğunu açıkça görüyoruz.

Kısacası Atatürk, Tek Adam olmadı, hep Tek Adam kaldı. Bir millet, o Tek Adam’ın şahsında devrimci kararlılığı, iradeyi ve dehayı gördü ve O’nu yalnız bırakmadı.

Devrimci olmak, tek kalmak pahasına mevziden çekilmemek demektir. “Yürüyün çocuklar biz arkanızdayız” demek değildir.

Kaçımız Kâzım, kaçımız Mustafa Kemal?

Ankara’yı değil İstanbul’u seçmek

Bir kere Samsun’a çıkıldıktan sonra İstiklâl Savaşı’na katılmak kolaydır. Mesele tarihsel saflaşmada doğru yerde yer alabilmek, gerçekten vatansever olmaktır.

Zaten Devrimci Önder vatanı savunacak devrimci örgütü kurmaktadır. En “cahil” köylü ve en okumuş aydın açısından artık mesele bilinç ve vicdan meselesidir.

Ancak bu aşamadan sonra bile kervanı terk edip düşmanın gölgesinde kalmayı seçen bilinçsizler ve vicdansızlar o kadar çok çıktı ki!

Ve ne hikmetse vatan savunması bilinci ve vicdanı konusunda sınavı geçemeyenler genellikle o “cahil” köylüler arasından değil; en okumuş, en münevver insanlar ve en kahraman komutanlar arasından çıktı.

Mustafa Kemal bir kez daha yalnız bırakıldı. Daha Erzurum Kongresi’nde Karabekir ve muhafazakâr cephe, direnişten önce saltanatın muhafazasına kafayı taktılar.

Önce istifa etmiş ve idamlık Mustafa Kemal’in Heyet-i Temsiliye’nin başı olmasına itiraz ettiler. Sonra da Ankara’da yeni bir Millet Meclisi kurulmasına.

Gerekçeleri de çok mantıklıdır. Adı eşkıyaya ve idamlık bir din düşmanına çıkmış Mustafa Kemal, ulusal hareketin tek resmi organının başına geçerse, bu karar hareketi daha başlangıç aşamasında bitirmez mi? Hareketi sıradan bir ayak takımı, Celali isyanı, sergüzeşt hareketine düşürmez mi?

Sonra Anadolu’da meclis toplamak ne demek? Meclis-i Mebusan payitahtta kurulur. Vatanı kurtarmak için en geniş yetkilere ve en geniş desteğe ihtiyaç duyulan şu günlerde İstanbul dışında yeni bir meclis kurmak, yeni bir devlet kurmak ve iç savaşa davetiye çıkarmaktan başka ne olabilir? Bu hangi mantığa sığar?

Ne kadar mantıklı değil mi? Ne kadar reel politik…

Peki ya Mustafa Kemal’in Heyeti Temsiliye’nin başına geçmesine karşı çıkanların kendileri bu göreve aday mı?

Hayır! Doğu Orduları Komutanı kalması, hatta mümkünse ordularına hiç dokunulmaması gereklidir. “Mantık” bunu emreder.

Peki ya İstanbul’da tüm direniş unsurlarını işgalcinin silahının gölgesinde toplayan “mantıklılar”, bu meclisin hemen dağıtılmamasını ve onca vatanseverin tutuklanmamasını nasıl garanti edecekler?

Kim düşünür böyle şeyleri? Payitaht oradadır. Meclis de orada olmalıdır. Çöken bir düzenin mantığı budur.

Mustafa Kemal can havliyle telgraflar çeker. Meclis-i Mebusan azalarını Ankara’ya çağırır. İstanbul’daki tehlikeye dikkat çeker. Kendisine uyan ve Ankara’da kalanların sayısı sıfırdır.

Bu yüzden Tek Adam Ankara’da kalma dehasını, vatansever “saf”lar ise İstanbul’a gitme ve Malta’ya sürülme gafletini gösterir. Elbette ki içlerinden pek çoğu daha sonra Ankara’ya kaçma ve kahramanlıklar yapmaya fırsat bulur. Ancak Mustafa Kemal olmasa kaçacak Ankara’ları da olmayacaktı!

Anadolu’daki köylünün ise zaten İstanbul’a gitme şansı yoktur.

Koltuk ve mevki vatanseverleriyle, Tek Adam’ı yalnız bırakmayan toprak vatanseverleri arasındaki fark budur.

Çünkü onlar daha 1915’te Mustafa Kemal’i “Vatan Kurtarıcısı” bellemiştir. Çünkü onların “değil zincir, gömülecek topraklarından başka kaybedecek” hiçbir şeyi kalmamıştır.

Devrimciliğe karşı eski masallar

Eski masallar kulakları tırmalıyor artık.

“Akıllılar” devrimcilere akıl öğretiyor.

Ama masallarla…

Reel politika dersleri, olgun davranma öğütleri, birleştirici olma taktikleri, önce mevki edinme sonra harekete geçme önerileri…

Meslek ve bilim sahibi olup, devrimcilere destek olmak ve hatta bunu en üstün görev saymak...

Biz salağız ya hiç düşünemiyoruz bunları…

Devrimciler çok sığ insanlar ya, meslek sahibi olup lojistik destek sağlamaktan acizler…

Devrimciler çok fanatik ya, bazı gerçekleri göremiyorlar…

Oysa dünyada en akıllıca ve mantıklı şey devrimci olmaktır. Çünkü devrimci için hiçbir kapı kapanmaz.

Devletin ve düzenin dar labirentinden çıkan devrimci Mustafa Kemal gibi halkın açtığı binlerce kapının önünde özgürleşir.

Damat Ferit’in kabinesinde soysuz bir nazırlığı veya Vahdettin’in kızını gelin seçip Saray’da keyif çatmayı reddeden Mustafa Kemal elbette ki bazı kapıları bir daha hiç açılmamak üzere kapattı. Ama devrimin olanakları kimsenin hayal edemeyeceği bir dünya kuracak kadar boldu.

Devrimcilere akıl verenler genellikle devrim yapmadan vatanı asla kurtaramayacakları basit gerçeğiyle karşı karşıya kalıp, gözlerini kapamayı ve aptalı oynamayı seçen gönüllü cahillerdir.

Bir milyon veya on milyon kişinin ortak aklının on kişilik bir devrimci çekirdeğin üstün aklı karşısında hezimeti buradan kaynaklanır.

Devrimci örgüt bir kere kurulduktan sonra ise örgüte akıl dersi verenlerin durumu, Malta’ya İngiliz teknesiyle sepetlenen Meclis-i Mebusan üyesinin Mustafa Kemal’e akıl öğretmesine benzer herhalde.

Hadi onlar bir hata yaptı, tutuklandı. Bugün düzenin gönüllü kürek mahkûmu olmayı seçenlere ne demeli?

Kesin masalı!

Biraz akıllı olun.

Çok değerli fikirleriniz varsa buyurun örgüte, girin disipline. Sizi dinlemeye hazırız.

Devrimcilik zekâyı, aksi aptallığı yükseltir

Mandacı ve Mondrosçu vatanseverler ile gemileri yakıp Samsun’a çıkanlar arasındaki fark sadece ve sadece devrimciliktir.

Yoksa her iki insan türünün beyin çapı ve zekâ hücrelerinin sayısı biyolojik olarak aynıdır.

Ancak devrimcilik zekâyı, aksi aptallığı yükseltir.

Hayvanlar içgüdüleriyle, insanlar akıllarıyla yaşar.

En ilkel ve hayvani duygu olan korku ve hayatta kalma güdüsünü insan kadar teorileştirmek, akılla meşrulaştırmak ve hayvanlığı en üst aşamaya yükseltmek ancak devrimci olamayan insanlara nasip olur.

Korktuğu için kaçmayan ama kaçtığı için korkan tavşan bacak kaslarını çalıştırır. Söz konusu devrimci vicdan ve bilinçten yoksun insanlar olunca çalışan bacak değil beyin kasları olur.

Oysa bir kez önüne dev gibi bir sorunu koyan ve sorundan korkmayan devrimciler bilir ki, er ya da geç emperyalizmi yenecek, vatanı kurtaracak ve yeni bir düzen kuracak yolu bulacaklardır. Bu yüzden birbirine ve örgütlerine kenetlenirler. Devrimci dayanışma buradan doğar.

Ortalama insan ömrü aşağı yukarı aynı. Alınan araba veya yazlık sayısı bunu değiştirmiyor.

Devrimci de olsan aksi de olsan yaşanacak tek bir ömür var.

Ancak bu ömürden iki farklı öykü yaratmak bizim elimizde.

Ya aklıselim Osmanlı münevveri gibi İstanbul’a, ya da deha Mustafa Kemal gibi Anadolu’ya...

Birinin öyküsü “Kanan-Türk”ün öyküsü...

Diğerininki ise Kahraman Türk’ünki...

Biri 19 Mayıs günü eline kumanda alıp ulusalcı kanal arasın.

Diğerlerinin Gençlik ve Devrimcilik Bayramı kutlu olsun!

0 Comments

Add a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Restore Defaults
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol