GERİCİLİĞİN BAYRAĞI TÜRBAN
Gericiliğin bayrağı türban
Bir kumaş parçasıyla Anayasa’yı yakmak
Türkiye’de yeni bir 31 Mart vakası yaşanıyor. Ama bu sefer irtica sokaklarda camları kıran, devlet dairelerini yakan sergüzeşt tayfası olarak değil, üç siyasi partinin kravatlı-pantolonlu milletvekilleri olarak karşımıza çıktı.
Birbirinden çok farklıymış gibi gözüken bu üç parti, AKP-MHP-DTP, aslında Cumhuriyet’e karşıtlık ve Amerikancılık temelinde ne kadar da kardeş partiler olduklarını gösterdiler. Hepsini bir arada tutan bohça ise türban, hem de Amerikan bezinden…
Türbanı savunan mürtecilerin ikili propagandası var. Bir kendi tabanına: Türban bizim onurumuzdur, dinin en temel emridir. Din bayrağımızdır.
Bir de teslim almak istedikleri laik kesime: Bir bez parçasından kriz yaratmayın. Bu sadece bireysel bir özgürlüktür. Kutuplaşmayı arttırmaya gerek yok. Bir arada yaşayabiliriz.
Tabii bir de büyük siyaset taktisyenlerinin cin gibi önermelerini unutmayalım: Türbanı önce biz destekleyelim ki AKP’nin elindeki kozu alalım!
İlk olarak türbanın önemsiz bir bez parçası olduğu iddiasına bakalım. Madem türban bu kadar önemsiz bir bez parçası, tüm Cumhuriyet düşmanları, tüm gericiler niçin yıllardır bu bez parçasını bayrak edindiler?
Önemsizse üniversitede giymeyiversinler. Sadece kişisel özgürlükten ibaret ise, toplumsal yaşamda yüzlercesinden taviz verilen diğer bireysel alışkanlık ve özgürlükler gibi bir yana bırakıversinler.
Ama elbette ki türban kişisel bir tercih değil. Siyasi bir simge, hem de en gerisinden. Zaten artık kendileri de bunu itiraf ediyorlar.
Bugüne kadar türban gerici iktidarlar sayesinde üniversitelere, ortaokullara hatta ilkokullara kadar girdi. 28 Şubat süreci bu kanunsuz gerici uygulamaya son vermişti. Ancak gericiliğin en güçlü olduğu anlarda bile türbanın kamusal alandaki yansıması açıkça kanundışı, hukuka rağmen gerçekleşen bir eylemdi. Bunu onlar da biliyordu.
Son Anayasa değişikliğiyle bu artık ortadan kalkıyor. Türbanı fiili durumdan çıkarıp, devlet kanunu haline getiriyorlar.
Bu eylem, Anayasa’nın ilk üç maddesinin, laiklik ilkesinin, Devrim Kanunları’nın, Devrim Kanunları’nın en önemlilerinden Kılık Kıyafet Kanunu’nun üstüne benzin döküp, ateşe tutuşturulmuş bir türban parçasıyla yakılıp yok edilmesinden farksızdır.
İşte bu yüzden türban bir bez parçası değil, Kürtçü, İslamcı, ırkçı ne kadar Atatürk karşıtı varsa hepsinin altında birleştiği Cumhuriyet karşıtlığının bayrağıdır.
|
Türban kozunu AKP’den alıp,
eline çarşaf kozunu vermek
Bazı aymazlar ise türbanın AKP’nin elinde bir koz olduğunu, bu kozu kullanarak AKP’nin oy topladığını, türbana destek vererek hem bu kozun AKP’den alınabileceğini, hem de türbanlıların kalbinin kazanılabileceğini ileri sürüyorlar.
Her şeyden önce eğer türban gericilerin elinde bir koz ise, bu kozu ellerinden almanın tek yolu, onların gerici eylemlerini ve örgütlenmelerini cezalandırmaktır. Tesettüre bürünmüş bir Şeriat toplumu yaratma özlemlerini sonsuza kadar yok etmektir.
Oysa kozlarını ellerinden almak adına önerilen gerici taleplere boyun eğmek… Bu ise AKP’nin türban kozunu elinden almadığı gibi yeni kozları eline vermektir. Türbanı daha da yaygınlaştırmak, çarşafı ve hatta peçeyi de kamuya sokmak gibi…
Hepsinden önemlisi, AKP gelecekte Şeriat toplumunu kurma yolunda çok önemli bir mevziiyi ele geçirmiş olacak. Bir kere din kanunu Cumhuriyet Kanunlarına üstün geldi mi bu içtihat kabul edilecek. Cesaretlenen tabanları ve Cumhuriyet’in korunmasız kaldığını gören halk kitleleri nezdinde AKP’nin itibarı, oyu daha da artacak. Çünkü kendi ifadeleriyle 85 yıllık sorunu çözmüş olacaklar.
Sadece siyasal simge değil, yobazlığın simgesi
Burada laikliğin din ve vicdan özgürlüğü ilkesiyle, dinci tahakküm arasındaki çok önemli bir ayrımı belirtmek zorundayız. Çünkü bazı mürteciler utanmadan türban özgürlüğünün laikliğin gereği olduğunu ileri sürüyorlar.
Din ve vicdan özgürlüğü laikliğin koruması altındadır. Ama adı üstünde, koruması altındadır. Hiçbir din diğer dinlerin, felsefi görüşlerin veya yaşam tarzlarının özgürlüğünü korumakla yükümlü değildir. Her din Tanrının kelamını ilettiğini savunur. Dolayısıyla Tanrı buyruğunu savunduğunu iddia edenlerin diğer dinlere veya toplumsal kurallara saygı duyması gibi bir kaygısı olamaz.
Bu yüzden çağdaş toplumun dinleri dincilerin tahakkümden kurtarıp, vicdan ve inancın güzel tahtına çıkarmak için eriştiği evrensel çözüm laikliktir. Yani laiklik olmadan din özgürlüğü olamaz. Çünkü din özgürlüğünün sınırlarını laik kurum ve kanunlar çizebilir. Tekçi ve yayılmacı bir dini görüşün kendi sınırlarını çizmesini beklemek zaten bir demagoji değilse mantık hatasıdır.
Bu yüzden laik toplumda hiçbir dini simge kamusal alana damgasını vuramaz. Zaten türban burada bir silah olarak devreye girmektedir. Türbanı savunanlar en temelde laiklik ilkesine saldırmaktadır. Kendi ifadeleriyle, “Beşerin kanunları Allah’ın kelamını çiğneyemez.”
Oysa büyük bir din ve medeniyet olan İslam’ın hiçbir ilkesine uymayan bir kesimden bahsediyoruz. Haçlılarla dost olmuş, komşusu aç yatarken kendisi Davos’ta kayak yapan, hırsızlığı ve haram yemeyi “laik devlet karşıtlığı” kisvesiyle ekmek kapısı haline getirmiş bir kesim…
Peki, neden koskoca İslam dininde kendilerine ters düşen onca güzel ilke varken, bir tek türban bunlar için bu denli önemli bir simge? Bunun yanıtı açık.
Bakın baştürbancı Tayyip Erdoğan daha geçtiğimiz haftalarda ne itirafta bulundu:
“Velev ki siyasi simge olarak takıyor, siyasi simge olarak başörtüsü takmak suç mu? Simgelere, sembollere yasak getirebilir misiniz? Dünyanın neresinde böyle bir suç var? Dünyanın neresinde böyle bir yasak var?”
İlk olarak baştürbancının ortaya attığı cehalet örneği bu sorulara karşı şunu hatırlatmalıyız. Siyasi simgeler o devletin kuruluş ilkelerini yansıtmadığı sürece her laik-hukuk devletinde kamusal alanda yasaktır. Simgenin demokratik rejime ve ulusal egemenliğe karşı yarattığı tehlikeye göre bu yasağın dozajı artabilir. Örneğin Tunus’ta türban yasağı sokakta bile uygulanmaktadır. Pek çok Avrupa ülkesinde ise okullarda türban ve Haç yasağı uygulanmakta veya son gelişmeler çerçevesinde gündeme alınmaktadır.
İkinci olarak baştürbancının tarihsel itirafı tüm meseleyi zaten çözmektedir. Türban dini bir gereklilik değil, siyasi bir simgedir. Hem de bu simge İslam’ın veya bir inancın bile değil, baştürbancının ifadesiyle bir siyasi çizginin simgesidir.
Nitekim yıllarca halkı kandıran, cahil yerine koyan mürtecilerin tersine bugün Türkiye’nin en ciddi ilahiyatçıları Kuran’ın hiçbir suresinde türbanın yer almadığını açıkça belirtmektedir. Allaha şükür, Atatürk bu mürteci tayfasının tüm isyanlarına rağmen Kuran’ın Türkçe tefsirini yaptırdı. Okuma-yazma bilen herkes ulemasını, ruhbanını es geçip Allahına kendi ulaşabilir. Her yerde “Allah kelamı” diye haykırıp kendilerini ruhban sınıfı yerine koyan cahillerin belki okuma yazması yoktur. Nur Suresi’nin 31. ayeti çok açık.
Amacımız laiklik için Kutsal Kitaplardan referans bulmak değil. Elbette laik kurum ve kanunların tek referansı ulusal egemenliktir. Ancak Kuran’ın bizzat kendisi bile türban ve çarşafın sonradan uydurma bir yobazlık simgesi olduğunu göstermektedir.
Öyleyse türban nedir? İslamın değilse neyin simgesidir? Bu çok açıktır. 19. yy.’ın başında İngiliz emperyalizminin Osmanlı’yı yıkmak için yarattığı Arabistan’daki sapık ve yobaz bir tarikatın, yani Vahhabiliğin simgesidir.
İslam toplumlarının yarattığı büyük zenginliğe, felsefi derinliğe, farklı yaşam ve giyiniş şekillerine karşı bu gerici hareket, Mekke şeyhlerinin en tepede oturduğu, aslında emperyalizme bağlanmış bir paryalar topluluğu yaratmayı hayal etmektedir.
Kısacası türban, çarşaf ve burka İslam’ın yobazca yorumuna dayalı, emperyalizmin uzantısı dinci ve gerici bir siyasi akımın simgesidir.
Bu açıdan, baştürbancının, “Siyasal simge olarak başörtüsü takmak suç mu?” sorusunun yanıtı son derece açıktır: Evet suçtur.
İtalya’da faşizmin simgesi kara gömlek, Almanya’da gamalı haç, Türkiye’de sözde PKK bayrakları ne kadar suç ise, siyasi bir simge olarak türban suçtur.
Dinin öğütlediği ve çağdaş her bireyin önemsediği örtünme ve gösterişe kaçmama ilkesi ise Kuran’da bile detaylandırılmamıştır. Kesin şekillere bağlanmamıştır. Sizin ne haddinize kadınların giyimine Allah adına karışmak!
Elbette ki nasıl giyinileceğinin sınırlarını insanlar ve laiklik ilkesi çizecektir. Atatürk Türkiye’si tek laik Müslüman ülke olarak tavizsiz laiklik ile din özgürlüğünün bir arada olacağı en güzel örneği zaten ortaya koymuştur.
Ama şu da bir hakikattir ki, gerici AKP’nin kodamanlarının eşleri gösteriş, takı, şatafat konusunda hizaya sokulması gereken ilk kişilerdir. Gericiler başlarına örttükleri “siyasi” bezle, “Batıdan aldıkları tüm ahlaksızlıklarını” örtebileceklerini sanıyorlar. Yanılıyorlar!
Türban laikliğe, Laiklik türbana karşıdır
Burada AKP-MHP-DTP üçlüsüyle hukuki tartışmaya girecek değiliz. Ancak Anayasa ve Yüksek Öğrenim Kanunu’nda yapmak istedikleri değişiklikler suç niteliği taşımaktadır. Bunu hatırlatmak zorundayız.
İlk olarak Türkiye Cumhuriyeti laik bir cumhuriyettir. Bir hukuk devletidir. Bu ilkelerin değiştirilmesi teklif bile edilemez.
Zaten laiklik hukukun üstünlüğünün yegâne temelidir. Hukuku insanların kanunu, egemenliği ulusun egemenliği haline getiren temel ilkedir.
Laiklik olmadan hukuk ve hukuk devleti olmaz. Çünkü önüne gelen her zümre Tanrı kelamı adı altında Anayasa’yı, kanunları ve hukukun üstünlüğünü delebilir. İddia edildiğinin tersine bu deliş bir kez olmaz. Eğer laik hukuk delinirse, yerine mutlaka başka bir “beşeri” sistem gelecektir. Bu ise kaçınılmaz olarak teokratik keyfi düzen, molla oligarşisi olacaktır.
Yüz tane başı açık kadının yanında 3 tane türbanlı hiçbir baskı hissetmez. Çünkü inancı gereği istediğini yaptığını düşünür. Sosyal bir dayanak noktasına ihtiyaç duymaz. Ama türbanlı çoğunluk içinde kalacak başı açıklar kaçınılmaz olarak baskı ve ayrımcılığa mahrum kalacaktır. Direnmeleri imkânsızdır. Bu yüzden laik hukuk türbanı sınırlamak, başı açıkları korumak zorundadır.
Tüm bunların ötesinde türban Atatürk’ün Devrim Kanunları’na aykırıdır. Kılık Kıyafet Kanunu’nun ilk maddesi son derece açıktır:
“Herhangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanilerin (din görevlilerinin) mabet ve ayinler haricinde ruhani kisve taşımaları yasaktır. Hükümet her din ve mezhepten münasip göreceği yalnız bir ruhaniye mabet ve ayin haricinde dahi ruhani kıyafetini taşıyabilmek için muvakkat müsadeler verebilir. Bu müsaade müddetinin hitamında onun aynı ruhani hakkında yenilenmesi veya başka bir ruhaniye verilmesi caizdir.”
Türbanı dinin ruhani gereği, bir inanç simgesi olarak görenler ve özgürlüğünü savunanlar, her türlü “ruhani kıyafetin” kamusal alanda teşhirini yasaklayan Devrim Kanunu’na açıkça muhalefet etmektedirler.
Bu ise suçtur. Atatürk’ün de söylediği gibi, “Devrim Kanunlarının üstünde kanun yoktur.” Anayasa diye yazdıkları taslak paçavralar yürürlüğe girse bile hukukun ve laik Cumhuriyet’in egemenliği Meclis sahtekârlıklarını hükümsüz kılmaktadır.
Dinci faşizmin özlemi: Türban resmi üniforma
Eğer türban yasağı çiğnenirse, Türkiye’de rejim değişikliği gerçekleşmiş olacaktır. Çünkü teokrasi laik hukuku çiğnemiş olacaktır. Bu isterse Meclis çoğunluğu kanalıyla olsun. Fark etmez. İlkesel olarak aynı kapıya çıkar. İran’da da Şeriat Meclis çoğunluğuyla geldi. Sonra da o Meclis çoğunluğu egemenliği kendinden Ayetullah Humeyni’ye devretti.
Türkiye’de de Laik hukuk bir kez çiğnenirse gerisi mutlaka gelecektir. Tecrübeyle sabittir. Tarihte Şeriatçıların durduğu tek bir nokta yoktur. Önce türbana özgürlük isteyecekler, sonra çarşaf ve burkaya. Eğer referans dincilerin keyfi fetvalarıysa, türbanı serbest bırakan asla çarşafa engel koyamaz.
Bir sonraki aşama kamuda çalışma saatlerinin namaz saatlerine göre uyarlamasıdır.
Daha sonra kamu hizmeti almak türbanlılara açık olduğu gibi, kamu hizmeti vermek de türbanlılara serbest olsun denecek.
En sonunda iş tersine dönecek. Başı açıklar da kamu hizmeti alabilir denecek. Ve Şeriat toplumunu yaratan nihai değişiklik gerçekleşecek. AKP Kütahya milletvekilinin kamu ihalelerine giren müteahhitlerin eşleri için koyduğu örtünme şartı tüm kamuya yayılacak: “Evde açık dolaşabilirsiniz, ama kamuda örtünmek zorundasınız. Hele kamu hizmeti almak istiyorsanız bu ilk hukuki yükümlülüğünüz.”
En sonunda iş kadınların türbanıyla bitmeyecek; Afganistan’daki gibi değnekli namaz polisleri faşist milisler olarak sokağa kan kusturacaklar.
Bu bir paranoya değil. AKP’li kadın kolları başkanı Gaziantep milletvekili Fatma Şahin bakın ne diyor:
“Bizim önceliğimiz eğitim hakkının verilmesidir. Ortada eğitim hakkı mağduriyeti var. Anayasa’da ‘hizmet alan ve hizmet veren’ diye bir düzenleme yaparsanız, ihtiyaca cevap vermez. Kamuda çalışanların türban takması konusunu bugünden konuşmak yanlış olur. Çünkü konjonktür uygun değil. Bir gün gelir, kurumsal mutabakat sağlanır, ‘tüm yasakları kaldıralım’ noktasına gelinirse, o gün kamuda çalışanların türban takması konuşulabilir. Bunu şimdi konuşmak sıkıntı yaratır. Ülkede uzlaşmanın temini önemli. Adım adım gitmek lazım. Eğitim hakkının verilmesine ilişkin adım atılmadan, kamuda çalışanların tartışmasını yaparsak, eğitim hakkı da çözümsüzlüğe gider.”
Niyet çok açık! Adım adım gidelim. Bugünün kazanımını tehlikeye atmayalım. En sonunda türbanı kamunun üniforması haline getirelim.
Daha önce “türban mağduru” Leyla Şahin ile Cumhuriyet düşmanı Kara Ses’in avukatlığını yapan AKP Konya milletvekili Hüsnü Tuna da hedeflerini asla gizlemiyor: “İnşallah hedefimiz kamu hizmetlerinde de, yani kamu hizmeti veren personellerde de böyle bir yasağın olmamasıdır. Bu utanç verici bir şey diye düşünüyorum.”
Tüm bu niyetler ortadayken MHP’nin ve bazı çevrelerin, “AKP’yi yumuşattık, kamuya türbanı sokmayacaklar. Sadece üniversiteye sokacağız” ifadeleri koskoca bir yalandan öteye geçmemektedir.
Şurası bir gerçektir ki, üniversiteler, dinci gericilik için bir ilk mevzi değil, ele geçirilmesi gereken son kaledir. Bu direnen son kale de düşünce; zaten türbanla delik deşik olan kamusal alanın hukukunun yerini, ilkokuldan hastanelere hatta karakollara kadar çok kısa sürede türban hukuku alacaktır.
Zaten bugün ilk ve ortaöğretim kurumlarında yüzlerce peruklu, pardüseli “öğretmen” boy göstermektedir. Örtülü komiserler, örtülü öğretmenler ve örtülü doktorların AKP iktidarının yardımıyla birdenbire çoğunluk olması ve örtünmeyenlerin sindirmesi kaçınılmazdır.
Zaten başörtülü olarak öğretmenlik eğitimi alabilen birine kimse öğretmenken başını aç diyemeyecektir. Böyle bir Milli Eğitim Müdürünün kalmadığınında da herhalde herkes hemfikirdir.
28 Şubat öncesinde üniversitelerde türbanın nasıl bir üniforma gibi kullanıldığı, eli satırlı mürtecilerin öğrencilere nasıl kan kusturduğu, dinci tahakküme boyun eğmeyen sıradan öğrencilerin nasıl ayrımcılığa tabi tutulduğu daha dün yaşadığımız gerçekler.
Hem anti-laik hem başbakan olunmaz!
Çok yakında Kürt-İslam faşizminin resmi üniforması olarak türban sadece kamusal değil tüm toplumsal yaşama dayatılacak. Reklâm panolarına yapılan saldırılar bunun ilk örneği. Sizce başı açık bir kadının resmine bile tahammül edemeyen sapık yobazların başı açık kadınlara sokakta saldırmasına ne kadar kaldı? Veya bazı mahallelerde açıkça görünen bu tür faşist uygulamalar ne kadar sürede genel toplumsal norma dönüşür?
Sürenin çok uzun olmadığını İran, Afganistan, Pakistan ve Malezya örnekleri gösteriyor. Şeriatçı toplumların bir kısmında tek hukuk kaynağı mollaların fetvasıdır. Bir kısmında ise Şeriat hukuku ve sözde laik hukuk bir arada yer alır. Ama laik hukuk her zaman Şeriatın altında ve göstermeliktir.
Yobaz kafanın sapıklık örnekleri bugün Meclis’te kanun hazırlamak için oluşturulan komisyonlarda kendini gösterdi. Artık Türkiye de ikili hukuk sistemine geçiyor.
Öyle ki, Yüksek Öğrenim Kanunu ve Anayasa değişikliği sırasında bazı AKP’li ve MHP’li yobazlar rahatsız olmuş. Eğer bu yasayı böyle geçirirsek mayolular da okullara girebilir demişler. O yüzden açıkça türbanın çene altından nasıl bağlanacağını belirten bir maddeyi Yüksek Öğrenim Kanunu’na eklemeye karar vermişler.
Artık türbanın nasıl bağlanacağının bile kanun hükmü haline geldiği bir ülkede yaşıyoruz.
Baştürbancı Tayyip Erdoğan’ın yıllar önce söyledikleri her şeyi özetliyor:
“Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, laiklik elden gidiyor. Yahu, bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek yahu! Sen bunun önüne geçemezsin ki! Yani zorla bu milletin elinde tutmaya gücün yetmez. Millete rağmen bu yürümez zaten…
Hem laik hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik. İkisi bir arada olduğu zaman adeta ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil, ikisinin bir arada olması. Durum böyle olunca ben Müslümanım diyenin tekrar yanına gelip bir de aynı zamanda da laikim demesi mümkün değil. Niye? Çünkü Müslümanın yaratıcısı olan Allah kesin hâkimiyet sahibidir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Bak, yalan! Koskoca bir yalan!”
Esas yalancı, laiklik ve Cumhuriyet düşmanı bu düşüncelerini değiştirdiğini söyleyip tam tersini yapandır.
Şimdi söyleyin bakalım. Baştürbancının 1994’te söylediği bu sözler bugün icraata dönüşmüş mü?
“Hem laik hem Müslüman olunmaz” diyen zihniyetin amacı laik Anayasal rejimi yıkmaktır. Türban da sadece ve sadece bunun silahı.
“Sizi ben bile kurtaramam”
Yıllar önce bir başbakan vardı. “Türkiye küçük Amerika olacak” derdi. “Odunu aday göstersem bu millet vekil seçer” derdi. “Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz” derdi.
İsmet İnönü’nün tarihe geçen tek bir cümlesi o başbakanın akıbetini özetledi: “Sizi ben bile kurtaramam.”
Yanlarına da emellerini gizlemek için koltuk değnekleri almışlar. Değneklere uyarımız şu: Şeriatçılar tavizlerle zayıflamaz, tam tersine daha da azarlar.
Nitekim azgınlaşma emareleri her gün artıyor. İçlerinden bazıları herhalde geçmişten ders almış olacak ki partilerinin kapatılmasını engellemek için AKP Konya milletvekilini ihraç etmeyi gündeme aldılar. Kendileri de kanun dışı davrandıklarını biliyorlar. Suçlarını gizlemeye çalışıyorlar.
Kaçış yok. AKP kapatılmak zorunda… Ve kapatılacak da. İşin ilginci, yanında koltuk değneklerini de beraberinde götürecek.
Atatürk’ün sözünü yine anımsatalım: “Devrim Kanunlarının üstünde kanun yoktur.” Ve biz ekleyelim. Devrim Kanunlarını yıkmak isteyenleri bekleyen cezanın üstünde ceza yoktur.
0 Comments