Resist the Devil and He Will Flee (Text Only) | Resurrect

KAYIP BOLGE

POLİS DEVLETİ ORDU'ya SAVAŞ AÇTI

Paksüt-Başbuğ Buluşması

Artık milletçe hep birlikte Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt son 6 ay neler yapmış öğrenmiş olduk. Hangi gün kiminle yemek yemiş? Saat kaçta evinden çıkmış? Kürt-İslamcı medya bir de utanmadan bunları birer suçmuş gibi her gün işliyor. Kendi başbakanlarının sabıkalı ve Pentagon’a girmekle övünen “gazeteci” yığınıyla gizli yemeklerde buluşması çok normal ama devletin iki üst düzey bürokratının görüşmesi darbe tezgahı…

Faşizm: Suçun normalleşmesi

AKP’nin daha ortalarda olmadığı yılları hatırlayalım. 2000’lere girmeden hemen önce, DSP-MHP-ANAP hükümetinin ilk günlerinde TÜSİAD ve medyası bir tartışma başlatmıştı.

“Normalleşme” tartışmasıyla Türkiye’nin artık “normale” dönmesi, AB yoluna girmesi ve tekrar sivil demokrasiyi canlandırması gerektiği sık sık dillendirilmeye başlanmıştı.

Büyük burjuvazi ne zaman normalleşmekten bahsetse, halkın anormal bir şekilde canının yanacağı devrimciler açısından sınanmış bir gerçektir. 27 Mayıs sonrası yaşanan normalleşmenin neye mal olduğunu veya 12 Eylül öncesi normalleşme isteklerinin getirdiği kanlı faşist rejimi unutmak elde değil.

Son normalleşme tartışmaları başladığında daha AKP kurulmamıştı. Türkiye’nin AB trenine binip, dayak ve hakaret yedikten sonra bir tarafına tekme yiyerek aşağı atılması süreci yaşanmamıştı. Demokrasi trenine atlamak, zıplamak masalları anlatılıyordu. Nasıl olsa RP kapatılmış, PKK ise bitmişti. Artık “demokrat” olmak zamanıydı.

İşte böyle bir sürecin üstünde daha birkaç yıl geçti ki Türkiye normalleşmenin ne menem bir şey olduğunu acı bir şekilde gördü.

AKP kuruldu. İktidara oturdu. PKK hortladı. Suç ve terör patladı. Kıbrıs elden gitti. Kanunlar değişti. “Demokrasi” geldi. Baskılar ve hukuksuzluklar 12 Eylül dönemini aratır bir düzeyde arttı. Türkiye Kürt-İslam faşizmiyle tanıştı.

Şimdi görüyoruz ki Türkiye’de her geçen gün normalleşen tek bir şey var; o da faşist idarenin kanunsuz uygulamaları ve hukuk cinayetleri.

Nerede o eski telekulaklar…

Aslına bakılırsa faşizm tam da hukuksuzluğun ve suçun normalleşmesi ve genel standart haline gelmesi demektir.

Faşizm burjuva demokrasisinin olağan kurumlarını, parlamenter işleyişini, kuvvetler ayrımı ilkesini ve hatta burjuva hukukunun temeli olan bireysel mülkiyet dahil her şeyi ayaklar altına alan bir düzendir. Burjuvazinin yarattığı kendi canavarıdır. Şimdi yaşanan da bu.

AKP’den önceki süreci hatırlayalım. Eskiden de telefonlar dinlenirdi. Ama bu daha çok devrimciler ile polis arasındaki rutin bir selamlaşma işlemi gibiydi.

Normal sömürücü iktidarlar anormal hukukdışı uygulamaları sadece devrimcilere ve onları destekleyen halk katmanlarına uygular. Eskiden de böyleydi.

Örneğin bir dernekte oturuyorsunuz. Telefonu açtınız. Garip bir hışırtı, bir nefes sesi veya öksürük mü duydunuz? Bilin ki dernek dinleniyor. Tabii o zaman teknoloji bu kadar da ileri değil. Uzayda TURKSAT uyduları yok. Cep telefonu ve internet bilimkurgu konusuydu.

Eskiden kimse telefon dinlemeyi, hatta dinleyenler bile önemsemezdi. Dinlenme ihtimali olanlar, risk grubunda olduklarını bilirdi. Ona göre davranırdı. Dinleyenler de sadece sizi takip ediyoruz diyebilmek için bu işe koyulurdu.

Türkiye bu konuda ilk skandalını 28 Şubat döneminde yaşamıştı. O zamanın “sivil demokrasi kahramanlarının” başında olan DYP’li (bugünkü MHP’li) Meral Akşe-ner’in Emniyet’teki adamı Bülent Orakoğlu Genelkurmay’ın telefonlarını dinlemişti. Suçüstü yakalanınca “telekulak skandalı” patlak verdi.

Bu olay gerçekten de büyük bir skandaldı. Çünkü ilk kez polis, devletin bir kurumunu hem de Genelkurmay’ı dinliyordu.

İşte bu “normal” değildi. Adeta vatana ihanet ve casusluk meselesiydi. Sıradan bir sol derneği dinlemiyorsunuz ki!

Zaten Orakoğlu casusluktan yargılandı. Kolay hazmedilemeyecek bu olay aylarca basının zirvesinden inmedi.

Ergin Saygun sağlık raporu

Org. Saygun'danAvrupa Parlamentosu'na sert çıkış

Taraf gazetesi isimli AKP’nin küfür ve komplo bülteni Genel Kurmay Başkanı olması bile ihtimal dâhilinde olan Orgeneral Ergin Saygun’un GATA’dan sızdırılan sağlık raporunu olduğu gibi yayınladı. Geçtiğimiz haftalarda bir konferansta ABD ve BOP’a karşı bazı demeçleri basına yansıyan Saygun hakkında birden böyle bir haberin yayınlanması manidar.

Ulus devlete karşı polis devleti

Aslında bu olay Kürt-İslam faşizminin ilk ayak sesiydi. Özal’ın yıllar önce müjdelediği “askere karşı polisi kullanma” stratejisinin belki de ilk ciddi meyvesiydi.

Tabii ki olay bir Özal değil ABD projesiydi. 12 Eylül’den birkaç yıl sonra bile askerin rotadan çıkması ve Irak konusunda ABD’yle Özal’a karşı koyması gibi bir olgu, ABD açısından Genelkurmay’ı bile saf dışı bırakacak bir polis devleti projesini acil hale getirmişti.

Olayın uluslararası tahlili çok basittir. Yeni sömürgeci saldırının hedefi ulus devlettir. Ulus devletin omurgası ise ulusal ordudur.

Sömürgecilerin ulus devlet içindeki taşeronu ise işbirlikçi sivil politikacılardır. Onların kumanda edebildikleri tek silahlı güç ise emniyet teşkilatıdır. Dolayısıyla yapılması gereken ortadadır. Ülke işgale hazırlanana kadar ulusal orduya emniyet teşkilatıyla saldırmak…

Ulus devleti yok etmek için polis devleti kurmak.

Bugün Kürt-İslam faşizminin kurduğu yeni rejim bundan ibarettir. Türkiye polis devleti gerçeğiyle bir asır sonra yeniden tanıştı. II. Abdülhamit kendi halkı ve ordusuna karşı bir hafiye devleti ve toplumu kurmuştu.

III. Abdülhamit olma heveslisi Tayyip ise teknolojik bir polis devleti kurdu. Polis-MİT ve CIA el ele tüm Türkiye’yi hücreye çevirdiler. Her gün bir kaset, bir görüntü, bir komplo ile karşı karşıyayız.

Ve artık her şey o kadar normalleşti ki! Her köşede bir Mobese kamerası. Her şeyimiz gözleniyor. Maksat suçla veya terörle mücadele mi? Hayır. Mobese kameralarının açığa çıkardığı tek bir suç yok ki!

Ama Anayasa Mahkemesi üyeleri veya bir paşayla ilgili görüntü mü var... Bilin ki yakında birkaç bin tirajlı hükümet yalakası bir gazetede, sonra da tüm Kürt-İslam medyasında bunlar yayınlanacak.

Bir tek, Kürt-İslam tezgahı olduğu bal gibi açık Danıştay, Hrant Dink saldırısı gibi olayların görüntüleri ne hikmetse yanlışlıkla siliniyor.

Ancak polis devletinin gözü hep üstümüzde… Neden? Güya suç ve teröre karşı… Peki Türkiye’de Mobese sisteminin kurulduğu en son kent neresi? Tahmin edin. Biz de gazetelerden öğrendik. Suç ve terörün başkenti Diyarbakır...

Zannetmeyin ki Kürt-İslam faşizmi teröristleri yakalayacak. Tam tersine emin olun “ulusalcı, çeteci subay Diyarbakır halkına zulmediyor” tarzı haberler yakında her yeri sarar. Yeni Şemdinli tezgâhlarına hazır olun.

Dinlenen kitlenin farklılaşması

Bülent Orakoğlu’nun telekulak skandalı büyük infial yaratmıştı. Ancak artık bu tarz olaylar skandal kategorisinden çıktı.

Faşizm zaten budur. Devrimcilerin ve halkın izlenmesi normal burjuva düzeninde olağandır. Ama sistemin tepesinde olan şahıslar bile dinlenmeye ve hukuksuzluğa muhatap oluyorsa bilin ki olağandışı bir rejim gelmektedir.

Türkiye’de bir süredir orgeneraller, rektörler, yüksek yargıçlar, kalburüstü iş adamları ve gazetecilerin ses kayıtları ve görüntüleri sürekli servis ediliyor. Normalde bu olayların bir tanesi bile bir hükümet yıkmaya yeterdi.

Artık öyle bir durum ortaya çıkmış ki, Genelkurmay Başkanı bile gazetecilerle şakalaşıyor. Cep telefonunu pek kullanmadıklarını söylüyor.

Kısacası polis devleti gerçeğini ve CIA komplolarını onlar bile kabullenmiş ve kanıksamış. Zaten her gün internette başka bir ses kaydı. Tanışmadığımız, sesini duymadığımız paşa kalmadı.

Faşizmin en son aşamasına geldik demektir. Bu aşamada halkla filan çok uğraşılmaz. Dinlemeler, takipler, tertipler ve tutuklamalar zirvedekilere, faşizme rakip eski egemenlere yönelir.

Dinlenen kitlenin farklılaşmasını ve bunun da normalleşmesini yaşıyoruz.

Gazeteci kılığındaki MİT’çiler

Bir tarafta en temel anayasal hakları çiğneyen emniyet güçleri, diğer tarafta gazeteci kılığında tetikçiler.

AKP medyası haber yapma özgürlüğünden bahsediyor. Ellerine kameraları almışlar pusuya yatmışlar. Ankara’nın çeşitli restoranlarının ve önemli bürokratların evlerinin önünde eşkıya gibi bekleşip duruyorlar.

Eskiden Demirel’in solculara saldırmak için kullandığı bir deyim vardı: “Gazeteci kılığında militanlar.” Kürt-İslam faşizminin bu yeni tetikçilerine de ancak gazeteci kılığında MİT’çiler denebilir.

Artık milletçe hep birlikte Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt son 6 ay neler yapmış öğrenmiş olduk. Hangi gün kiminle yemek yemiş? Saat kaçta evinden çıkmış?

Kürt-İslamcı medya bir de utanmadan bunları birer suçmuş gibi her gün işliyor. Kendi başbakanlarının sabıkalı ve Pentagon’a girmekle övünen “gazeteci” yığınıyla gizli yemeklerde buluşması çok normal ama devletin iki üst düzey bürokratının görüşmesi darbe tezgahı…

Faşist zihniyetlerinin diğer bir göstergesi ise AKP’nin Anayasa Mahkemesi’ne sunduğu savunmasındaki temel argümanla ortaya çıktı. AKP medyasının başlattığı kampanyayla savunmanın temelini öğrenmiş olduk. Meğer başsavcı AKP’ye karşı iddianame hazırlıyorken internet arama motoru “google”u kullanmış. Arşiv çalışması yapmış.

Ne yapsın adamcağız? Elinde on binlerce kişilik polis-MİT ve “medya” memurlarından oluşan hafiye ordusu yok ki! CIA damgalı dosyalar da eline ulaşmıyor.

Normal bir Türk vatandaşı gibi, komplolara girişmeden, röntgencilik, yabancı istihbarat servisleriyle işbirlikçilik yapmadan, iddianameyi hazırlamış. Ama bu da suç... Çünkü artık Kürt-İslam faşizminde faşistlerin suç niteliğindeki eylemleri normal, hukuk içinde kalmak suç...

Yine YAŞ, yine Ordu’ya saldırı

Yaşanan son gelişmeler faşist idarenin merceğinin tamamen Türk Ordusu’nun üstünde olduğunu gösteriyor.

Bunun iki nedeni var. Birincisi, Kürt-İslam faşizminin Anayasal rejimi tamamen yıkıp, faşist rejimin nihai zaferini ilan etmesi için aşması gereken sadece iki tane anayasal kurum kaldı. Biri yüksek yargı, diğeri ise Türk Silahlı Kuvvetleri…

İkinci neden ise ABD’nin İran operasyonu öncesi Türk Ordusu’nu teslim alma ihtiyacı. ABD’de beslenen Feto’nun polis ve MİT içindeki adamları (Türk devletinin maaşıyla geçinen gönüllü CIA ajanları) bu yüzden hiç görülmedik bir cüretle Ordu’ya saldırıyorlar.

Her Ağustos ayından önce YAŞ terfileri yaklaşınca bin bir tane komplo ve hukuksuzluğun ortaya çıkmasının esas nedenleri bunlar.

En son, GATA’daki tüm komutanların sağlık kayıtlarının karşı “Taraf”a sızdırılması skandalı yaşandı.

Taraf gazetesi isimli AKP’nin küfür ve komplo bülteni, Genelkurmay Başkanı olması bile ihtimal dâhilinde olan Orgeneral Ergin Saygun’un GATA’dan sızdırılan sağlık raporunu olduğu gibi yayınladı.

Geçtiğimiz haftalarda bir konferansta ABD ve BOP’a karşı bazı demeçleri basına yansıyan Saygun hakkında birden böyle bir haberin yayınlanması manidar. Habere göre Saygun’un birkaç ciddi hastalığı var. Ağır şeker hastalığı, kalp kapakçıları hastalığı ve kanser sağlık raporunda geçen ifadeler.

Bu olay aslında AKP’nin bile boyunu aşan bir olay. ABD’nin elinde tüm üst düzey komutanların çok özel dosyalarının bulunduğu kesin. Ayrıca hepsinin sağlık raporu ABD’nin eline geçmiş.

Normal koşullarda bu, casusluk ve vatana ihanet olarak kabul edilir. En gizli bilgiler düşmana sızdırılmış. Yargılama ve ceza kaçınılmazdır. Ama Türkiye’de artık kimin eli kimin cebinde belli olmadığı için her türlü ihanet, hesabı sorulmadan yapanın yanına kâr kalıyor.

Oyunlara dikkat

İşin en ilginç yanını tüm bu olup bitenlere karşı Genelkurmay’ın tavrı teşkil ediyor. Tıpkı Dağlıca olayındaki gibi, sorumluların cezalandırılması yolunun tutulmadığını, başka yollara sapıldığını görüyoruz.

Fetocu ve Kürt-İslamcı güçlerin karargahın merkezine kadar sızdığı ve karargahın ABD güdümlü bu saldırıya yanıt veremediğini saptamak zorundayız.

Büyükanıt ile Tayyip Erdoğan arasındaki bir görüşme haberi üzerine Vatan gazetesine yönelik Genelkurmay’ın tarihte eşi benzeri görülmemiş çok ağır suçlamasına şahit olmuştuk. “Ahlaksızlık” ve “şerefsizlik” kavramları etrafında dönen bu açıklama son derece ilginçti; çünkü ne hikmetse her gün karargâha saldıran Vakit gazetesi ve Fetocu yayın organlarına yönelik üslupta aynı sertlik yok.

En son Vakit’te İlker Başbuğ’un İsrail gezisinin fotoğrafları ve Taraf’ta Saygun’un sağlık raporu yayınlandıktan sonra Genelkurmay’ın yanıtı bu yayınların “etik dışı” olduğu yönündeydi.

Nerede ahlak ve şeref kavramları, nerede etik?

Tüm bu yayınlara rağmen karargah cephesini asla yükselen Kürt-İslam faşizmine çevirmiyor. ABD’nin İran saldırısından önce bekle gör tavrı orada da hakim. Hem AKP hem de bazı komutanlar İran konusunda hemfikir gibi. Tepelerdeki tek mutabakat burada…

Ama bu çok büyük bir yanılgı oluşturuyor. Çünkü Kürt-İslam faşizmi ABD’ye dayanarak güçleniyor. Sonunda ABD AKP’yi seçmese bile Kürt-İslam faşizmini asla tasfiye etmeyecek. Çünkü Kürt-İslamcı polis devletine ihtiyacı var. ABD’nin tercihi belli ama bazı kesimler ABD’nin “laik” ortaklara oynayabileceği hayalini hâlâ taşıyor. Bu ise Türk Ordusu ve devleti için büyük bir felakete neden olabilir.

Bizlere ise oyunlara dikkat etmek düşüyor. Çünkü bu tür istihbarat komploları ve haberler bazen kamuoyu yaratmak çerçevesinde tam tersi amaçlar için tezgâhlanır.

Örneğin Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı olmadan önce Edip Başer’i tasfiye etmek için Başer Paşa’nın “gizli dinci” olduğu haberleri sızdırılmıştı. Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı seçilince laik kamuoyu derin bir oh çekmişti. Sonra Tayyip ile şiir gibi geçinen Hilmi gerçeğini hep birlikte yaşadık. Başer Paşa da aslında son derece normal bir insandı.

Şemdinli tezgahı ise Yaşar Büyükanıt’a ulusalcı desteği zirveye çıkarmıştı. Böylelikle ABD boş ulusalcı umutları beslediği gibi, Büyükanıt’a karşı bir tehdit dosyası oluşturabilmiş oldu.

Şimdi ise herkes İlker Başbuğ’un ne kadar ulusalcı olduğunu söylüyor. Hatta İngiliz Kraliçesi Elizabeth, sırf Başbuğ Genelkurmay Başkanı olmasın diye Türkiye’ye gelmiş.

Son günlerin “ulusalcı” komplo teorileri bunlar. Herhalde Atatürkçüleri ve ulusalcıları çok saf görüyorlar. Düşünsenize, İngiltere’de kimsenin takmadığı, oğluna bile söz dinletemeyen yaşlı bir teyze kalkıp Türkiye’ye gelecek ve “Şu kişi Genelkurmay Başkanı olmasın” diyecek, bizimkiler de hemen gerekeni yapacak.

Bu tür haberlerin amacı bazen kamuoyunu tam ters köşeye yatırmaktır. Bazen ise Şemdinli’de olduğu gibi gerçeklik payı içerir. Ama amaç kendisine komplo kurulan üst düzey subay veya bürokrata mesaj vermektir: “Ayağını denk al.”

Faşistleri eşşek kulaklarından çekip halkın önüne atmak

Biz hangi paşa ulusalcıdır hangisi Amerikancıdır bilemeyiz. Ne kulaklarımız uzun ne de komplo teorilerine merakımız var.

Ancak ulusal güçler ve Atatürkçüler artık şu gerçeğin farkına varmalıdır. Her karanlık dönemde Türk Milleti’ni hep aynı masalla uyutuyorlar. “Arkadan çok sert bir paşa geliyor”, “Az sabır, bilmem kim paşa masaya yumruğunu bir vuracak...”, “Kraliçe bilmem kim paşaya çok gıcıkmış” vs…

Bizim istediğimiz, kimsenin yumruğunu bir yere vurması değil. Böyle bir hayalle de artık kimse avunmasın.

Biz herkesin görevini yapmasını istiyoruz. Yargı görevini yapsın, Ordu görevini yapsın, halk görevini yapsın, devrimciler görevini yapsın.

Normal bir görev bilinci GATA’da yaşanan skandalın hesabını çok ağır bir şekilde sormayı gerektiriyor. Bizden hatırlatması.

Bizim için geçerli olan görev ise “tepe”de ne olduğundan bağımsız bir şekilde devrimci bir antiemperyalist mücadele vermek. 

0 Comments

Add a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Restore Defaults
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol