YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!
Yüreği nasır tutanlar için değil, elleri nasır tutanlar için
Milli Mücadele!
“sen elini sıcak sudan soğuk suya
sokmazsın
ben elimi sıcak sudan soğuk suya
sokarım
nasılsın?
sen bir sofra bulmuşsun oturmuşsun
mutlusun
ben sofrayı yaratmanın çabasıyla
yorgunum
nasılsın?
üçten iki çıkartmaktır senin için başarı
ve dokuzu üçe bölmek
oysa ben başarıyı ikiden üç çıkartmakta
bulurum
yitirmekte üçü beşe
nasılsın?
ne hallere düşmüşüz görüyor musun?
nerden nere gelmişiz biliyor musun?
devrimmiş kıyımmış göçmüş zulümmüş
kör yoluna gitmekmiş gün ortasında
umurunda değil senin, eyvallah
ama benim umurumda
hem de şu dağlar gibi!
kibarsın sen
incesin sen
çıtkırıldımsın
‘böyle gelmiş böyle gider’ sence bu
kabayım
öfkeliyim
delidoluyum
‘böyle gelmiş böyle gitmez’ bence bu
senin de var birşeylerin karnında
benim de
gebeyiz ikimiz de yarına
ne kuşku!
gel istersen çıkalım önüne yığınların
duralım iki iki
bir sen söyle bir de ben
görelim kimden yana hırçın
kalabalıklar
bir sen haykır çelebim
bir de ben
görelim ne ses gelir karşı dağlardan
ne söyler bu vatanın taşı toprağı
ağacı kuşu!
kibarsın sen
incesin sen
çıtkırıldımsın
senden doğar senin gibi
kibar
ince
tel duvaklı, çelebim
benden doğar benden beter
elleri al bayraklı!”
Ne güzel anlatmış aslında Hasan Hüseyin!
Yıl 1919’dur. Anadolu işgal altındadır.
Türk toprakları işgal ordularınca çiğnenirken, Türk Milleti katledilirken, bir tarafta “Böyle gelmiş böyle gider bu” diyenler vardır. Bunların aslında keyifleri bozulmuştur biraz. İşgalle birlikte o çıtkırıldım ve kibar ve ince hanımların, beylerin düzeni bozulmuştur. O yüzden ricacı olurlar işgalci teğmenlerden.
İşgal ordularını alkışlarla karşılayanlar, İstanbul’da işgalcilerin dinine bile geçenler bunlardır. Ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmayanlar... Düzenleri devam etsindir tek dertleri.
“bir onlar çıkar
meydanlara
bir Mustafa Kemal
çıkar
bir onlar söyler
bir Mustafa Kemal söyler
onlar der yok Amerikan mandası,
yok İngiliz mandası
yok hilafet, yok saltanat
Mustafa Kemal der ‘tam bağımsızlık’
ve ses gelir karşı dağlardan
vatanın taşı toprağı
‘ya istiklâl ya ölüm’ der.
‘memleket seven’ lafazanlar ve
devrimciler”
Aradan yıllar geçer. Saltanatçılardan ve hilafetçilerden Şeriatçılar, Kürtçüler, işbirlikçiler doğar. Sağcı düzeni bunlar kurarlar.
Mustafa Kemal’den ise elleri al bayraklı devrimci gençler doğar. Deniz Gezmiş’ler, Mahir Çayan’lar ve niceleri doğar.
Çünkü bereketlidir vatanın taşı toprağı. Mustafa Kemal’in bu toprağa olan, bu millete olan güveni boşuna değildir. Nice devrimciler doğurur Türk anaları.
Bir de Kurtuluş yıllarının “vatanseverleri” vardır. Mesela milyonlarca insanı meydanlara toplayanlar, ateşli nutuk atanlar, orduların başına geçenler bunlardır. Meydanlara topladıkları insanlara Amerikan mandası önerirler, başına geçtikleri ordulara saltanatın ve hilafetin bekasını önerirler. Ve hatta yanında durdukları Atatürk’e; “Bunlar beyhude çabalar, böyle gelmiş böyle gider” çağrısında bulunmaya cesaret edebilirler.
İşte en tehlikeli olanlar bunların doğurduklarıdır. İşte günümüzün gardrop Atatürçülerinin, düzen içi solcularının ve sözde milliyetçileririn anaları babaları bunlardır.
Bakmayın şimdilerde “vatan millet Sakarya” nutukları atanlara. Bunlar da ataları gibi kurulu düzenin devamından yanadırlar. Atatürk gibi kurulu düzene isyan etmeye, boynunda idam fermanıyla milletin bağrına gitmeye cesaret edememişlerdir. Devrimci olamadıkları için işbirlikçi düzenin bir parçası olmuşlardır.
İçimizdeki düzen bekçileri ve yeni Halide Edip’ler
İşte günümüzün temel sorunu budur. Daha doğrusu Atatürkçü mücadelenin önündeki en büyük engel içimizdeki düzen bekçileridir. Yeni Halide Edip’ler vardır içimizde. İnsanları meydanlara toplayıp nutuklar atanlar aynı misyonu devam ettirmektedirler. Oysa işbirlikçi sömürge düzeninin devamlılığından yana olan kompradorların zaten siyasi arenada partileri, dernekleri vardır. Bunların kimliği bellidir ve düşman bellenip mücadele edilir. Ama içimizde yer alan yanlış anlayışlar hep karşı tarafın ekmeğine yağ sürer ve bizi baltalar.
Sağcı düzen toplumun yapısını o kadar bozmuştur ki, bu yozlaşmadan ülkenin ilericileri de pay almıştır. “Benim memurum işini bilir” anlayışı toplumun tüm kesimlerini etkilemiştir. Nemelazımcılık derinleşmiştir. Solcular bile; “Susma, sustukça sıra sana gelecek” anlayışından; “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışına sahip olmaya başlamıştır.
Bu anlayışı yaratan maddi bir zemin vardır aslında. Sağcı düzen akıllı davranmıştır. Toplumun ilericilerini faşist darbelerle teslim almaya çalışmak yeterli gelmemiştir. Düzen, ilericilere de iyi bir mevki ve rahat bir yaşam sağlayarak tehlikeyi bertaraf etmiştir.
Artık solcuların da kaybedecekleri mevkileri vardır. Büyük kentlerin lüks sayılabilecek yerlerinde halktan yalıtılmış bir biçimde yaşamaktadırlar. Çocuklarını sınavla girilen iyi bir devlet okulunda ya da Şeriatçı olmayan bir kolejde okutmaktadırlar.
Bu noktadan itibaren her türlü devrimciliğe karşıt bir Atatürkçü-ulusalcı kitle oluşur. Bu kitleler de kendi içinde Tayyip Erdoğan’ın ulusalcı versiyonu olan liderler yaratır. Sürekli olarak halkı Tayyip gibi bir Kasımpaşalının peşinden gitmekle suçlayanlar, kendi Zübüklerini yaratmışlardır.
Milleti hor gören düzen Atatürkçülüğü
Burada satan da memnundur, satılan da. Ortada garip bir uzlaşma vardır. Zübükler sırtlarda taşınmaya devam edilir ama fatura halka çıkarılır. Üç kuruşluk buğdaya tav olan bir halk vardır. Yaşananların tek sorumlusu bu halktır onlara göre.
Ya işçilerin, emekçilerin devrimci sendikalarını AB’ye satanlar?
Ya Atatürkçülük adına AB ve ABD’den fonlananlar?
Ya halktan topladığı paralarla kurdukları televizyon kanallarını Fettullah’a satanlar?
Ya 1 Mayıslarda Taksim’e çıkarmaya çalıştıkları işçilere “AKP kapatılmasın!” sloganlarını attırmaya çalışanlar?
Ya sosyalist adayım diye ortalıkta dolaşıp, aldığı oylarla Meclis’te AKP’nin ve PKK’nın kuyrukçuluğunu yapanlar?
İşte halkı hor gören satılmış düzen solcuları!
Kendini düzene sattığı için, halkını bir torba buğdaya muhtaç bırakmıştır oysa. Asıl satılık olan kendisidir ama faturayı fukara halka çıkarır namussuzca.
İşte Atatürk’ün kemiklerini sızlatanlar, işte Deniz Gezmiş’lerin cellatları! Yobaz yobazlığının gereğini yaparken, sırf devrimci olamadıkları için karşı cepheye hizmet edenlerin eseri değil mi?
Öfkemiz yarınlarımızı satanlara!
Şimdi 2000’li yıllarda yeniden Milli Mücadele diyoruz.
Düştüğümüz hallere, geldiğimiz noktaya rağmen yine de devrimciliğe dudak bükenlere inat, bu uğurda ölümü göze alanları umursamayanlara inat dağlar gibi dikiliyoruz. İşte bunlara karşı o yüzden kabayız, öfkeliyiz, deli doluyuz…
O yüzden üslubumuzu sert bulanlara sormak hakkımız:
“Ne hallere düştük görmüyor musun?”
Türkiye Cumhuriyeti’nin en tepesinde, Atatürk’ün koltuğunda oturana bir bakalım ve düşünelim.
Atatürk’ün ölümünden hemen sonra Atatürk’ün dış politikasını terk edip İngilizlerle anlaşma yapanlar, Atatürk’ün gericilikle mücadelesinden vazgeçip Şeriatçılara taviz verenler iktidarı en sonunda yobazlara hediye etmedi mi?
Yabancılarla ticaret anlaşmaları yapıp vatanı sömürgenlere teslim etmedi mi?
Biraz daha günümüze gelelim.
Solculuk adına siyasi yasaklı olan Tayyip’i Güneydoğu’dan seçtirip Meclis’e sokanlar kimlerdi?
Bir de o yetmiyormuş gibi ulusalcılık adına Devlet Bahçeli’ye oy toplayanlar kimlerdi?
Alın size AKP’li, DTP’li, MHP’li Kürt-İslam cephesi.
Hepsi Amerikancı, hepsi türbancı öyle değil mi?
Ve sırf devrimci mücadeleyi tercih etmeyip bu cephenin mimarlarını sırtlarında taşıyan sözde Atatürkçüler, sözde sosyalistler! Kolaycılıktan mı, nemelazımcılıktan mı, korkaklıktan mı ne derseniz deyin ama bu tabloyu siz yarattınız.
2000’li yıllarda Milli Mücadele ve devrimcilik çağrısı
Şimdi 2000’li yıllarda yeniden Milli Mücadele diyoruz. Bu düzenin yarattığı tüm pisliklerden arınalım ve temizlenelim diyoruz. Öncelikle içimizdeki şeytanla savaşalım ve devrimci olalım diyoruz.
Kabul edelim ki, bu işbirlikçi düzen tüm insanları kullaştırırken bu ülkenin ilericilerini es geçmedi maalesef. Bu ülkenin solcularını düzenin kalıcılığına ve devamlılığına inandırdı. Bu ülkenin solcularının da ruhları kirlendi, yürekleri nasırlaştı. Devrimcilik ve fedakârlık değil; kariyer, özel yaşam, çocukların geleceği kutsandı. Teferruatlar ön plana geçti, vatan mücadelesi teferruat oldu.
Düzenin kulu kölesi olabilir, nasırlı yüreklerinizle bu vatanın satılışını izleyebilirsiniz.
Düzenin bekçisi olmayı tercih edebilir, nasırlı yüreklerinizle Deniz gibilerin her gün idam edilişini izleyebilirsiniz.
Düzenin kulu kölesi olabilir, devrimcilerin bu vatanı kurtarışına sadece ve sadece seyirci olabilirsiniz.
Düzenin bekçisi olup, her gün kendi ihanetinizi saklamak için halkı suçlayabilirsiniz.
Bunlar karşı devrimci seçenekler.
Oysa düzen aynılarını Atatürk’e de vaad etmişti. Atatürk padişahın ve hilafetin yani o günkü düzenin efendilerinin verdiği hiçbir mevkiye tav olmadı. O yüzden de halkın gözünde yükseldi ve kendi halkının yüreklerinin efendisi oldu.
Yoksul Türk halkının kurtarıcısı oldu. Tüm ezilen milletlerin kahramanı oldu.
Bu da devrimci seçenek.
Karar sizin!
Basında Mustafa Kemal ve Tam Bağımsızlık Yürüyüşü
|
0 Comments