Resist the Devil and He Will Flee (Text Only) | Resurrect

KAYIP BOLGE

NAZIM HİKMET İNSANLIK DERSİ VERMEYE DEVAM EDİYOR HALA

Nâzım Hikmet insanlık dersi vermeye devam ediyor hâlâ

Nâzım Hikmetİnsanların içindeyim seviyorum insanları
hareketi seviyorum
düşünceyi seviyorum
kavgamı seviyorum

Nazım Hikmet büyük Türk şairi ama aynı zamanda insanlığın ortak değeri olmayı başarmış bir şair.

Bugün dönüp Nâzım’ın yaşamına, eserlerine, mücadelesine baktığımızda herkesin kendi payına çıkartacağı büyük dersler var.

Hem de ne büyük dersler...

Sosyalizm, büyük bir davadır.

Bu dava, bireyci kapitalist düzenin karşısına toplumcu bir sistem kurma davasıdır.

Ve Nâzım Hikmet, bu davanın en büyük şairidir.

Nâzım’ı anlamak için sosyalizmi anlamak, sosyalizmi anlamak içinse, Nâzım’ı bir kez daha, bu kez daha derinden anlamak gerek...

Bu dersi en başta özetleyelim:

Devrimci, ilerici ya da sosyalist, kafasının içinde toplumcu bir düzen tasarlar ve bu toplumcu düzeni kurmak için mücadele eder. İşin doğası, düşüncenin pratiğe geçmesinde mücadelenin de toplumsal olmasıdır.

Ancak genelde böyle olmaz, devrimci ya da sosyalist, toplumdan kopuk bir mücadele izler. Kapitalizmin insanları bireyleştirmesine karşı mücadele eder ama toplumsal mücadeleyi bireyci bir şekilde verir.

Bireyciliğin ilk yansıması pasifizmdir, mücadelenin tümüyle dışında kalıp, izlemektir olan biteni.

Bireyciliğin ikinci şekli toplumla birleşmek, insanlarla bir araya gelmek ve toplumculuğu toplumla yapmak yerine, bireysel kahramanlık yolunu seçmektir.

Türkiye’nin garip tezatıdır, kapitalistler, sağcılar fikir olarak bireyciliği savunur ama pratikte toplumsal bağları çok güçlüdür. Mahallede, işyerinde, kahvede insanlarla birlikte olan adamdır sağcı.

Halbuki sosyalist, okulda, işyerinde, mahallede, kahvede yalnızdır, toplumla bağı yoktur. Toplumcudur, ama bu toplumculuğunu ortaya koyacak bir zemin yoktur!

O nedenle bireyci sağcı toplumu peşinden sürüklerken, toplumcu solcu toplumdan dışlanır.

Peki bu yaman düğüm nasıl çözülür?

...

19 yaşında bir delikanlı olarak Anadolu’ya, Milli Mücadele saflarına geçmeye karar verdiğinde idealist bir gençti ama dava adamı değildi.

Önce Anadolu’ya, oradan Moskova’ya, sonra tekrar Anadolu’ya öyküsü böyle başladı Nâzım’ın.

Anadolu’ya ilk geçtiğinde boğulacak gibi oldu.

Çünkü bir Paşa torunu olan Nâzım gibi, aristokrat kökenli, elit sayılabilecek, hele de radikal biri için Anadolu, olsa olsa tutuculuğun merkeziydi.

Nitekim bu tutucu havada fazla barınamadı.

Oradan Moskova’ya geçti.

Moskova’dan döndüğünde artık sadece idealist bir genç değil, inanmış bir dava adamıydı.

Ve üstelik de Milli Mücadele başarılmış, genç Cumhuriyet kurulmuştu.

...

Nâzım Türkiye’ye döndüğünde şairlikte epey yol kat etmişti.

İlk şiirleri Bakü’de yayınlanmış ve büyük de ilgi toplamıştı. Bu gencin yeni dönemin şairi olacağı herkes için belliydi.

Moskova’da gördüğü bir film hayatını büyük ölçüde etkiledi.

Beyaz perdede gerçek insanlar vardı, hem de binlerle.

Bunlar Orta Asya’nın Müslüman, Türk yığınlarıydı.

Bolşevik Devrimi’nin sürdüğü yıllar aynı zamanda büyük bir kıtlık, kuraklık ve açlık dönemiydi Türkistan için...

Beyaz perdede bu “açlık ordusu” belgesel olarak oynuyordu.

İzledi Nâzım ve o gece şiirini yazdı: Açların Gözbebekleri

Açlar dizilmiş açlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
sıska cılız
     eğri büğrü dallarıyla
                         eğri büğrü ağaçlar!
Kimi
   deri...deri!
Yalnız
    yaşıyor
        gözleri!
Uzaktan
simsiyah sivriliği
nokta nokta uzayıp damara batan
kocaman başlı bir nalın çivisi gibi
deli gözbebekleri,
         gözbebekleri!

Bu tarihten sonra Nâzım’ın o büyük, heyecanlı kavga şiiri geldi: Güneşi İçenlerin Türküsü

...

Sonra o büyük destansı şiiri geldi: Benerji!

Benerji, Hindistanlı bir devrimci delikanlıydı.

Nâzım, belki de her ülkenin, her ulusun genç devrimci tipini canlandırdı Benerji’de.

Delikanlım:
İyi bak yıldızlara
onları belki bir daha göremezsin.

Delikanlım:
Senin kafanın içi
             yıldızlı karanlıklar
                                         kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan
                                             kainatın en mükemmel şeyidir.

Delikanlım:
Sen ki ya bir köşe başında
                                             kan sızarak kaşından
                                                                gebereceksin,
ya da bir darağacında can vereceksin.

Yıllar sonra darağacına giderken Deniz, hep bu şiiri okuyordu.

Ama Benerji aslında bir karar şiiriydi.

Nâzım, Benerji’de genç devrimcinin intiharı seçmesini işliyordu. Çünkü genç devrimci toplum için mücadele ediyordu ama toplum içinde yalnızdı.

Nâzım, intihar etmiş bulacağını sanarak girer Benerji’nin odasına ama onu yazı yazarken ve ıslık çalarken bulur:

Hani üstadın bir sözü var:

Hani üstadın bir sözü var:
“Boş gecelerini değil
Boydan boya ömrünü ver inkılaba”
Ve işte sağım!..
Anladım ki şunu...
Çıkardım namludan kurşunu,
onu dehşetli güzel günlere saklıyacağım...

Benerji henüz yirmili yaşlardaki Nâzım’ın en kabına sığmaz döneminin şiiridir.

Ve elbette Benerji tiplemesi nedeniyle çok da eleştirilir.

Fakat Nâzım eleştirilerin büyük kısmının içyüzünü gayet iyi sezmektedir. Eleştirilen Benerji’nin yanlış devrimciliği değil, bir gencin devrimciliği seçmesidir.

Ve Nâzım, devrimcilik yerine bireyciliği öneren bu tür reformculara yanıt şiirlerini aynı dönemde yazar:

Behey! kaburgalarında ateş bir yürek yerine
idare lambası yanan adam!
Behey armut satar gibi
sanatı okkayla satan sanatkar!
Ettiğin kâr
         kalmayacak yanına!
Soksan da kafanı dükkanına,
dükkanını yedi kat yerin dibine soksan;
yine ateşimiz seni
yağlı saçlarından tutuşturarak
bir türbe mumu gibi damla damla eritecek!

Ve ardından o günün değil, bugünün, günümüzün, yüzyılların gerçeği şiiri gelir:

Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
   bağır
       bağır
            bağırıyorum.
Koşun
   kurşun
         erit-
            meğe
                  çağırıyorum...
O diyor ki bana:
-Sen kendi sesinle kül olursun ey!
                                          Kerem
                                                gibi
                                                   yana
                                                        yana...

Ben diyorum ki ona:
-Kül olayım
              Kerem
                  gibi
                       yana
                              yana
Ben yanmasam
       sen yanmasan
              biz yanmasak,
              nasıl
                  çıkar
                     karan-
                             lıklar
                                  aydın-
                                       lığa..

....

Ve sonrasında Nâzım yolunu netleştirir: göğsünde yürek değil idare lambası taşıyan lafta sosyalist çevreden kopar ve yürek taşıyan insanlara yönelir.

Yeni bir dönem başlar bundan sonra.

Bu dönem yine iki destanla çıkar karşımıza: İlki Taranta Babu’ya mektuplar.

Taranta Babu, yine başka bir ülkeden seçilmiş kahramandır, bu defa Habeşistan’dan.

İtalyan Faşizmi Habeşistan’ı işgal eder ve Nâzım Habeşistanlı bir çoban kıza mektuplar yazar:

Yürek bahsini yine açar ve öyle başlar destanına:

Babasının yirmi beşinci kızı
benim üçüncü karım,
gözlerim, dudaklarım
                                  Taranta-Babu
Sana bu
          mektubu
içine yüreğimden başka birşey komadan
yolluyorum Roma’dan.
Bana darılma sakın
şehirlerin şehrinden sana gönderecek
kendi yüreğimden daha akla yakın
                                   bir hediye
                                               bulamadım
                                                          diye.

Devrimciye akıl öneren yüreksizlere derstir şiir ama aynı zamanda tüm devrimcilere de büyük bir derstir.

Benerji’de intiharı işleyen Nâzım, Taranta Babu’da yaşamayı işler...

Hindistan İngiliz işgalindedir Benerji’de, Bangladeş İtalyan işgalindedir Taranta Babu’da.

İlkinde İngiliz polislerin sardığı evde intiharı düşünen Benerji’nin yerine bu defa faşizmin inlettiği bir işgalde devrimci mücadelenin yolunu artık bulmuştur:

Görmek
    işitmek
       duymak
           düşünmek
               ve konuşmak
koşmak alabildiğine
başı dolu
      başı boş
koş-
       mak...
Yaşamak ne güzel şey
           Taranta Babu
                    yaşamak ne güzel şey...
Anlıyarak bir usta kitap gibi
bir sevda şarkısı gibi duyup
bir çocuk gibi şaşarak
                    yaşamak...

...

Nâzım HikmetVe ikinci destan: Şeyh Bedreddin!

Benerji ve Taranta Babu’dan sonra Bedreddin’de Türkiye toprağına ayak basar Nâzım.

Bedreddin’de sosyalizmin Türk toprağındaki, Anadolu’daki bu ilk girişimini anlamaya ve anlatmaya çalışır.

Bu defa farklılaşır destan, artık tekil kahramanlar yoktur şiirde, Bedreddin yiğitleriyle ve yardımcılarıyla birlikte vardır: Torlak Kemal, Börklüce Mustafa ve onbin yiğit!

Artık Nâzım toplumsal mücadelenin, örgütlü mücadelenin destanına girişmiştir:

Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hepberaber yiyebilmek,
yarın yanağından gayrı her şeyde
                             her yerde
                                        hep beraber!
                             diyebilmek
                              için
onbinler verdi sekiz binini...

Gerçi bu destanda da yenilgi vardır devrimciler için ama Nâzım devrimcilere son nasihatı söyler:

Ne ah edin dostlar, ne ağlayın!
Dünü bugüne
bugünü yarına bağlayın!

...

Nâzım burada durmaz ve yeni bir adım atar Anadolu toprağına ve Kuvayı Milliye Destanı gelir.

Onlar ki toprakta karınca,
                             suda balık,
                                         havada kuş kadar
                                                          çokturlar;
      korkak,
               cesur,
                    cahil,
                         hakim
                             ve çocukturlar
ve kahreden
      yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnızca onların maceraları vardır.

Kuvayı Milliye Destanı, Türk şiirinin yüz akı olacaktır, çünkü Türk Kurtuluş Savaşı’nın o güne kadar yazılmış ilk destanıdır.

Ve Nâzım’dan sonra da kimse böyle bir işe girişmeyecektir.

Kuvayı Milliye Destanı ile birlikte Nâzım sosyalizm davasını aynı zamanda Ulusal Kurtuluş Davası ile birleştirerek sosyalistlerin önüne yeni bir yol açar:

En bilgin aynalara
          en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok söz edildi onlara dair
ve onlar için:
        zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.

Karayılan gibi bilinen kahramanlardan adsız kahramanlara kadar tüm Kuvayı Milliyeciler vardır destanda ve Türk halkına çağrısıyla biter Nâzım ’ın:

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
                             bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
                              bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
                             bu davet bizim...

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
                              bu hasret bizim...

...

Nâzım ’ın son destanı Memleketimden İnsan Manzaraları’dır.

Bu denemede ise kavga adamı, dava adamı Nâzım, memleket insanı ile artık tümüyle bir olmuştur.

Hiçbir şairin casaret edemediği kadar sıradan insanların sıradan öykülerinden sıradışı bir yapıt çıkarır.

Bir bakıma Kuvayı Milliye Destanı’nın girişindeki kahramanların, toplumun gerçek kahramanları olduğunu ortaya koyar.

Aslında tüm bu destanlar boyunca Nâzım hep cezaevindedir.

Memleketin tüm cezaevlerini dolaşır durur.

Önemli olan hapislik değildir, devrimcinin olağan karşılaması gerekir bu durumu. Nâzım da öyle yapar.

Ama Nâzım tüm devrimci örneklerden ve tüm şair örneklerden ayrılır yine hapishane yaşamı boyunca.

Hapiste tek üzüntüsü mücadelenin dışında olmaktır.

Ama hapiste bile devrimci, gerçekten devrimci olmak zorundadır.

Uzun cezaevi yılları boyunca Nâzım hapishanede çalışır, dokumacılık yapar, boyacılık yapar, işlemecilik yapar, üretir, alınteriyle devam ettirir yaşamını.

Hem emekçidir hem de sosyalist!

İlk birleşmeyi burada sağlar.

Sosyalistin tarihi çıkmazını kendi örneğinde aşar.

Ama bununla da kalmaz, cezaevinde en sıradan mahkumları bile toplar etrafına, onlara çalışmayı öğretir, emekçiliği sevdirir ve devrimcileştirir.

İkinci birleşme burada sağlanır.

Nâzım en radikalidir Türkiye’nin ama cezaevlerinde bile halk onu bağrına basar, daha doğrusu o halkı bağrna basar.

Sever halkı çünkü; gerçekten sever.

Onlarla birleştirir yaşamını.

Ve Nâzım’ın uzun şiir yolculuğunda sıradan halkın şiirini yazmasının nedeni de budur.

O, günümüz şairlerinin ve o dönem kimilerinin bohem, halktan kopuk, imgelem deryasınde kaybolan şairlerine inat halkın içindedir daima.

Sözcükleri bugün bile halk diliyledir. Sıradan olmayan hiçbir şey girememiştir şiirine. Ve bu sayede de Türk toplumu onu hep sahiplenmiştir.

Ve yine Türk köylüsünün şiirini sadece Nâzım yazmıştır:

Topraktan öğrenip
                       kitapsız bilendir,
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
                             Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad’dır,
        Kerem’dir,
                  ve Keloğlandır.
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser.
Kahbe felek eder ona oyunu.
Çarşambayı sel alır,
bir yar sever
                       el alır,
kanadı kırılır
                             çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O Yunusu biçaredir
       baştan ayağa yaredir,
ağu içer su yerine
Fakat bir kerre bir dert anlayan düşmesin önlerine
ve bir kerre vakterişip
              -Gayrık yeter!
                             dekmesinler

Nazım Hikmet’in cezaevi çalışmalarından örnekler.  Nazım Hikmet’in cezaevi çalışmalarından örnekler.

Nazım Hikmet’in cezaevi çalışmalarından örnekler.  Nazım Hikmet’in cezaevi çalışmalarından örnekler.

Nazım Hikmet’in cezaevi çalışmalarından örnekler.
Hapishanede el işçiliğiyle kendi parasını kendi kazanmıştır

Evet Türk köylüsünün şiirini yazmak da bir sosyaliste düşmüştür bu ülkede.

Oysa Nâzım bir Paşa torunuydu.

Ama İstanbul’da kalmayı değil Anadolu’ya geçmeyi seçti.

İyi eğitimliydi, elitti, ünlüydü, her şey önünde açıktı.

Ama o kapalı kapıyı seçti ve cezaevine girdi.

Devrimciliği seçti ve Nâzım oldu.

Nâzım oldu ve halkın şairi oldu.

Ve o dönemin şairleriyle ve bazı ilericileriyle bunun kavgasını da verdi:

Behey!
Kara maça bey!
Halka ahmak diyen sensin.
Halkın soyulmuş derisinden
        sırtına frak giyen sensin.

....

topraktan, ateşten ve demirden
                             hayatı yaratanların
                                                şairiyim
                                                           ben
...

Ben hızımı asırlardan almışım,
bende her mısra bir yanardağı hatırlatır.
Ben ne halkın alınterinden on para çalmışım
ne bir şairin cebinden satır

...
Sen de bilirsin ki ben
                             ne dedemden
                                                miras bekledim,
ne babamdan şeref, şan!
Hasep, nesep, kan, soy, sop işinde yoğum.
Çünkü ne soyu sicilli bir buldoğum
                                                 he de tecrübelik bir tavyan.
Ben sadece ölen babamdan ileri
doğacak çocuğumdan geriyim,
ve bir kavganın adsız neferiyim.

...

Elbet bu değil sadece.

Tüm şiirlerinde, yıllar yılı dönüp dolaşır ve tek bir gerçeği vurgular, sıra neferi olmak:

Benim kuvvetim:
bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır
                             ilmimde muamma değildirler.
Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
büyük kavgada
                             açık ve endişesiz
                                                 girdim safıma.
Ve dışında bu safın
                             toprak ve sen
                                              bana kafi gelmiyorsunuz.
Halbuki sen harikulade güzelsin
                             toprak sıcak ve güzeldir.

...

Sosyalistin ihanetine bütün hayatıyla bir yanıttır Nâzım.

Toplumcu olacak ama toplumun içinde olmayacaksın!

İnsanlık için mücadele edecek ama insanları sevmeyeceksin!

Mücadele etmeyecek, seyredeceksin!

Sıraya girmeyecek, nefer olmayacaksın!

Ama

herkesten insancıl

herkesten sosyalist

herkesten devrimci

herkesten antiemperyalist

sen olacaksın!

Bireyciliğe saplanacak ama hâlâ sosyalist olduğunu sanacaksın.

Üç buçuk sosyalist arkadaşının fikrini önemseyecek halkın fikrine burun kıvıracaksın.

Mücadele edenlerle değil etmeyenlerle birleştireceksin yaşamını.

...

Yani devrimci değil akrep olmayı seçeceksin:

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
                             beş değil,
                                     yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
                             deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
                             senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
                             kabahat senin,
                                             — demeğe de dilim varmıyor ama —
                             kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

Büyük boy için lütfen tıklayın

 

0 Comments

Add a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Restore Defaults
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol