AKP FAŞİZMİ POLİS DEVLETİ KURUYOR!
Tele Faşizm
AKP hukuku ve muhalefeti
tasfiye etmeye çalışıyor
Geçtiğimiz haftalar, AKP rejiminin faşist yüzünün iyiden iyiye açığa çıkmaya başladığını, Türkiye’nin telekulak skandalıyla ve polis devleti tartışmalarıyla çalkalandığını gördük.
Bilindiği gibi olayların bu düzeyde patlak vermesi ilk olarak 15 Mayıs’ta Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt’ün, Emniyet’e bağlı bir ekip tarafından dinlendiğinin ortaya çıkmasıyla gerçekleşmişti. Paksüt ve eşi bir aracın kendilerini takip ettiğini fark etmişlerdi. Aracın şüpheli görüntüsünden de kuşkulanan Paksüt, aracın yanına giderek içindekilerin kimliğini ve kendisini dinleyip dinlemediklerini sormuştu. Araçtan çıkan ve polis oldukları anlaşılan şahıslar olay yerinden, kimlik göstermeden kaçmışlardı. Paksüt’ün bagajda dinleme cihazı olduğu düşüncesiyle içini görmek isteği de engellenmişti.
Olayın açığa çıkmasının ardından Emniyet Genel Müdürlüğü, aracın başkalarını izlediğini iddia etmişti ancak Osman Paksüt ve eşi aracın evlerinden çıktıklarından beri kendilerini izlediğini açıkladılar. Ayrıca iki aydır benzer araçlar tarafından izlendiklerini ve bu araçlardan birinin plakasını Emniyet’e bildirdiklerinde, plakanın sahte çıktığını açıkladılar. Ortada açık bir suçüstü olduğu görülmektedir. AKP’nin polis devleti uygulaması suçüstü yakalanmıştır.
Paksüt, iki aydır, yani AKP’ye kapatma davası açıldığından beri izlenmekte olduğunun farkındadır ve o gün durumu deşifre etmeyi başarmıştır. Her ne kadar Cemil Çiçek ilk anda “Takip söz konusu değil” açıklamasında bulunsa da, Emniyet olayı reddetse de durum gayet açıktır.
AKP’nin kapatma davasında kendilerinin karşısında yer alabilecek Anayasa Mahkemesi üyelerini takibe aldığı zaten bir süredir tahmin edilen bir durumdu. Üyelerin sicillerinin araştırıldığı, ticaretle uğraşan akrabaları varsa onların açığının arandığı, karar verecek üyeler üzerinde manevi baskı kurabilecek insanların tespit edilmeye çalışıldığı iddialar arasındaydı. Ancak ilk defa bu faaliyetler net bir şekilde açığa çıktı ve AKP’nin demokrasi ve hukuğa karşı açtığı savaşta her yöntemi uygulamaktan çekinmeyeceği ortaya çıkmış oldu.
Bu olayların en önemli anlamı AKP’nin kapatılmaya doğru giderken yöntemlerini daha da azgın bir faşizme, adeta bir polis devletine yöneltmesidir. AKP, köşeye sıkıştıkça kendisine karşı olan ya da olacak tüm güçleri tasfiye etmenin yollarını aramaktadır. Tüm faşist rejimler gibi AKP iktidarı da bu anlamda hem herhangi bir muhalefet istememektedir hem de kendilerini frenleyecek bir hukuk devletini işlevsizleştirme çabasındadır. Artık karşımızda tasfiye edilmek istenen güçlerle bu tasfiyenin aktörü olacak faşist AKP’nin polis devleti vardır.
|
Bu olay ne ilk ne de son…
Bilindiği gibi ne Osman Paksüt’ün dinlenmesi ne de Önder Sav olayı ilk defa olan şeyler değil. Daha önceden de eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’le bir generalin yaptığı görüşmeler başta olmak üzere tümü de AKP’ye muhalif olan isimlerin kayıtları internet sitesi Youtube üzerinden servis edilmişti.
Bu servisi yapanlar ortaya çıkmadığı gibi Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin olayları; “Bunlar telefon dinlemesi değil, ortam dinlemesi” diyerek geçiştirmeye çalışmıştı. Sanki telefon değil de ortam dinlenince ortada bir sorun kalmıyormuş gibi sorumluluğu üzerlerinden atmaya çalışan AKP’liler, neden hep kendilerine muhalif olan isimlerin kayıtlarının tutulduğunun ve bir yıpratma harekatının, bir psikolojik savaşın başlatıldığının açıklamasını yapamamaktadırlar.
Bu tip internet servislerinin de ötesinde, yargıya intikal etmiş durumda bulunan olaylarla ilgili yapıldığı anlaşılan dinlemelerin kayıtları düzenli olarak Fethullahçı ve diğer Şeriatçı basında yer almaktadır. Bu kayıtlar, tarikatçı çevrelere yakın yazarların bir anda yazıp bitiriverdikleri kitaplara bile girmektedir. Tüm bunlara rağmen kimse bunun hesabını sormamakta ve yaşanan hukuksuzluklar adeta normal karşılanmaktadır.
Bu yaşananların tek bir adı vardır, o da faşizmdir. AKP, elindeki polisiye imkanlar ve Emniyet içerisindeki örgütlenmesi sokaktaki çocukların bile diline düşmüş bulunan Fethullahçı kadrolaşma aracılığıyla Türkiye’nin belki de Menderes döneminde bile görmediği bir faşist baskı ortamı yaratmaktadır. Artık Türkiye, hukuksuz bir polis devletidir. En ufak bir muhalif hareketinizde polis sizi dinleyecek ve hakkınızda gereken yapılacaktır. Devlet Bahçeli gibi yılların faşistine bile; “Bir korku imparatorluğu kuruluyor” dedirtecek kadar açık bir karanlık yaratılmaktadır Türkiye’de.
Peki bu faşizm nasıl kurulmaktadır ve nasıl işlemektedir?
Her faşist rejim gibi AKP’nin Kürt-İslam faşizminin gelişi de demokrasi naralarıyla olmuştu. AKP uzunca bir süre birçok liberal, sosyal demokrat kesimi de kendi demokratlığı konusunda ikna etti. Sandıktan çıkan faşizm iktidarını tertiplerle, komplolarla, dinlenen telefonlarla pekiştirmektedir.
Faşizm iktidarı aldığı zaman bir daha gitmek istemez. Toplumda daha önceden egemen olanların aygıtları faşizme yeterli gelmez. Faşizm kimsenin, ne demokrasinin ne de en düşük düzey bir muhalefetin kendisini durdurmasını, frenlemesini hazmedemez. Bu nedenle kendi yapısını oluşturur ya da var olan yapıları kendisine göre yeniden düzenler.
Bugün AKP faşizminin hukuğa ve muhalefete karşı giriştiği tasfiye ve sindirme harekatını da bu pencereden yorumlamak gerekmektedir. Doğrudur, muhalefet olarak AKP’nin karşısında bulunan CHP hem ideolojik, politik olarak düzenin içindedir hem de faşizme karşı halk cephesi olamayacak kadar korkaktır. Ama olsun, gene de ortadan kaldırılmalı, susturulmalıdır.
AKP’nin esas kavgası ise başta yargı olmak üzere Cumhuriyet ve demokrasi kurumlarıyladır aslında. Özellikle kapatma davasıyla beraber kendisine engel olacak, Kürt-İslam faşizminin saltanatının önüne geçebilecek tek güç olarak yargıyı görmektedir. Bu nedenle her yöntemi uygulayarak kendini korumaya çalışmaktadır.
Faşizm kendisini sorgulattırmaz. Yaptığı her şey doğrudur ve herkes onun söylediklerine inanmak zorundadır. Osman Paksüt olayında AKP adına konuşan Necati Çetinkaya da bunun örneğini vermiştir aslında: “Mülki idare amirliği yaptım. İlin valisinin, emniyet müdürünün, İçişleri Bakanının beyanları aslolan beyanlardır. Orada bulunan aracın başka gaye ile orada bulunduğu, uyuşturucuya yönelik bir çalışma olduğu açıklandı. Yanlış bir anlaşılma olduğunu İçişleri Bakanı ve yetkililer ifade etti. Şöyle miydi, böyle miydi dersek, meseleyi kurcalarsak rahatsızlık olur.”
Ne kadar güzel değil mi? AKP’nin bakanları, memurları ne derse inanmak zorundayız. “Aman fazla kurcalamayın, yoksa sıkıntı olur” derler olur biter. Ama Türk hukukunun bir temsilcisi haklı olamaz mı? İşte burada faşizmin hukuksuzluğu ortaya çıkar. Kim olursa olsun faşizm hukuk aramaz ve tanımaz. Yaptıkları her şeyi de meşrulaştıracaklardır.
Şeriatçılardan polis devletini meşrulaştırma operasyonu
Şeriatçı basın AKP faşizminin polis devleti uygulamalarının meşrulaştırma cihazıdır adeta. Hatta bazı operasyonların birebir içinde yer alacak kadar içiçedir iktidarla. Paksüt olayının açık bir suçüstü olarak ortaya çıkmasıyla birkaç gün afallamışlardı ve sessiz kalmışlardı. Ancak kendilerini çabuk toplayarak saldırıya geçmeleri de gecikmedi. AKP’nin “fazla kurcalamayın” mesajı alındıktan sonra Paksüt’e saldırmaya başladılar. Zaman ve Yeni Şafak, Paksüt’ün açığa çıkardığı ekibin büyük bir yolsuzluğu takip ettiğini ve bu deşifre olayının soruşturmayı bitirdiğini iddia ederek saldırdılar.
Burada bir önemli açıklama da Mehmet Ali Şahin’den geldi. “Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili arkadaşımız kuşkusuz çok saygın bir görevdedir. Onun böyle bir izlenim edinmesinin nedenleri üzerinde de durulmalı” diyen Şahin, hem suçlu hem güçlü denilebilecek bir tavır alıyordu aslında.
Böylece Paksüt’ü takip edip dinleyenler değil de bu durumdan kuşkulanarak olayı açığa çıkaran Paksüt’ün kendisi suçlu oluyordu. Demek ki bir kusuru vardı ki izlenme kuşkusuyla etrafına bakıyordu!
Adı saklanan bir Anayasa mahkemesi üyesinin Radikal’e; “Diken üstündeyiz. Her şeyimize dikkat ediyoruz. Eşimle gideceğim mekanları bile özenle seçiyorum” açıklamalarına Vakitçiler; “Diken üstünde sağlıklı karar verilemez. Kararları şimdiden belli. Bu psikolojiyle adalet dağıtılamaz, istifa etmeleri gerekir” diyerek karşılık veriyorlardı.
Tam bu kadarına da pes doğrusu diyecekken, A. İhsan Karahasanoğlu’nun, Paksüt’ün yemek yediği yerde Emin Çölaşan ve Turhan Çömez’in bulunmasını kastederek “Paksüt’ün AKP düşmanlarıyla işi ne? Emniyet aksini söylüyor olsa bile gerçekte sizi takip etmişler ise çok iyi etmişler. Var olsunlar eksik olmasınlar” diyen yazısı çıkıyordu karşımıza.
Artık “yok bu dinleme yapılmadı” diyerek iddiaları reddetmenin yerine polis devleti uygulamalarını açıkça savunacak kadar cesaretlenen bir dinci faşizm var karşımızda.
Faşizm ne olursa olsun kendini haklı görmektedir ve bunun propagandasını yapmaktan da çekinmemektedir. Bu açıdan Önder Sav olayı da benzer bir durum yaratmıştır.
Önder Sav olayı nasıl değerlendirilmeli?
Osman Paksüt’ün dinlenmesinin yarattığı çalkantı daha durulmadan bu sefer de CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın, Bolu eski Valisi Ali Serindağ ile CHP Genel Merkez binasında yaptığı görüşmenin, Vakit’te Serdar Arseven’e sızdırılarak yayınlatılması yeni bir kriz yarattı. Görüşmede Sav ve Serindağ’ın İçişleri Bakanının tarikat bağlantıları başta olmak üzere birçok konu üzerinde konuştukları açıklanmaktaydı.
Deniz Baykal; “Genel Sekreter’in odası devletin güvenlik güçleri tarafından dinlendi. Dinlemenin bir dinci gazeteye servis edildiği, dinci gazete ile dinlemeyi gerçekleştiren yapılanma arasında çok yakın bağ olduğu suçüstü konumunda ortaya çıkmıştır” açıklamasını yaptı. CHP; “Bu düzeydeki dinleme teknoloji sadece Emniyet istihbaratında var” diyordu ve bu kurumun başında bulunan Ramazan Akyürek’in Fethullah Gülen bağlantıları vurgulanıyordu.
Baykal bu konuda yaptığı açıklamada; “Teknolojik İletişim Başkanlığı’nın başına Başbakan’ın atadığı biri getirildi. Teknik Birim Başkanlığı’na da yine özel atama yapıldı. Burada beş bin kişi dinleme yapıyor. Bu muazzam dinleme sistemi Başbakan’ın kontrolünde. Emniyet İstihbarat Daire’ye de Teknik Birim’in başına da cemaat kadrolaşmasına örnek birileri atanmış” diyerek durumun vahametini vurguluyordu.
Şeriatçı basın ve AKP cephesi ise yine üste çıkmanın yollarını arayarak, saldırı politikasını tercih ettiler. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mehmet Mir Fırat; “Acaba bu iddia 1940’lı yıllardaki valilerle CHP ilişkisinin bir benzerini 2008’de yaşatan CHP’nin çirkin görüşmesinin halk gözünden uzaklaştırılması, bunun kamufle edilmesi niyetiyle mi ortaya atılmaktadır” diyebilmektedir.
Yani böylece yaptığı bir özel görüşme dinlenen Önder Sav suçlu olmaktadır. Bu gizli dinlemeyi yapan ve yayınlayanlarsa hücuma devam etmektedir.
Vakitçi Serdar Arseven de ağır konuşmaktadır: “Hırsızlığı tartışmayacağız da hırsızlığın nasıl tespit edildiğini mi tartışacağız?”
O kadar AKP’li Kürt-İslamcı kadrolaşma varken bir Serindağ’ın CHP ile ilişkisi üzerinden koparılan fırtınanın anlamı nedir peki? AKP, kendisine muhalif kimseyi artık devlette barındırmayacağının da sinyallerini vermektedir aslında.
Diğer taraftan Doğan Grubu’nun Önder Sav olayında aldığı tavır da düşündürücü ve ders vericidir. Önce CHP’yle beraber AKP’ye yüklenen bu kesimin köşe yazarları, Sav’ın telefonunu açık unuttuğu iddiaları üzerine neredeyse özür dileyecek kadar çark ettiler. Doğan Grubu’ndan AKP’ye karşı duruş bekleyenlere bir kez daha kim olduklarını gösterdiler.
Burada da üzerinde durulması gereken birkaç önemli nokta vardır. Varsayalım ki, dinleme gerçekten de Sav’ın açık unuttuğu telefondan yapılmış olsun. Bu Vakitçileri haklı çıkarır mı?
Sonuçta yapılan bir özel görüşmenin dinlenmesi söz konusudur ve kişilik haklarına tecavüz durumu ortadan kalkmamaktadır. Birisi telefonu açık unuttu diye onun özel görüşmelerinin dinlenmesi ve sonra da pişkinliğe vurulup övünülmesi mi gerekir?
Diğer taraftan da böyle bir durum kanıtlansa bile bu dinleme başta olmak üzere tüm istihbarat işlerinin AKP’nin kontrolünde Fethullahçı kadrolara bırakıldığı gerçeğini değiştirmekte midir?
Ne Vakit haklıdır ne de AKP faşizmi. Açık olan tek şeyse Türkiye’de polis devletinin kurumsallaştığı ve hukukun ve demokrasinin rafa kalktığıdır.
Polis devleti ve faşizm kurumsallaşıyor
Burada durup bir düşünelim. TÜRKSOLU, Kürt-İslam faşizmini ilk tahlil ettiğinden beri Türkiye’de yaşananları bir gözden geçirirsek, gerçekten de sürecin muhalefeti ezmeye ve susturmaya yönelik klasik faşizm yöntemleriyle işlediğini teslim etmemiz gerekir.
Şemdinli’den bugüne komplolarla, tehditlerle, telefon dinlemelerle yerleşen bir faşizmle ve kurumsallaşan bir polis devletiyle karşı karşıyayız.
Baykal ve CHP geç de olsa bunu itiraf etmek durumundadır artık: “AKP polis devleti kuruyor. Emniyetteki F tipi örgütlenmeyi herkes biliyor” demektedir ve “Sen CHP’nin hukukunu koruyacak mısın? CHP’ye her şeyi yapmak serbest mi? Anayasa’nın ilkeleri ve prensipleri bizim için geçerli değil mi?” diye sormaktadır.
Burada şunu da görmek gerekir ki, polis devleti hukuk tanımaz. Faşist iktidar ne isterse ve ne emrederse o yapılır, yasa odur. Bu nedenle AKP, CHP gibi muhalefet olamayan bir muhalefete bile tahammül edememektedir.
Kurumsallaşan faşizm kendi basınını, kendi sokak gücünü de beraberinde getirmektedir. Vakit ve Zaman, dinlemeler konusunda eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’ndan görüş almaktadır. Ancak Orakoğlu’nun kendisi de usulsüz dinlemeden görevden alınmıştır. Polis devleti uygulamalarının savunucusu gene bu ekolün bir adamı olmaktadır. İşte faşizmin iç mantığı da böyle işlemektedir.
Artık AKP kendisinin iradesi dışında adım atılamayacak, muhalif hiçbir sesin duyulamayacağı bir ülkenin peşindedir. Faşizme karşıysanız karşınızda polis devletini bulursunuz. Sizi koruyacak, yanınızda duracak bir hukuk da aramamanız gerekir çünkü artık o da yoktur. Artık açıkça organik bağlarla kenetlenmiş tarikat, polis, basın, iktidar faşist cephesi vardır. Tabi bu iktidarın sahipleri de ona göre düşünecektir ve davranacaktır!
“Bizdensen korkmana gerek yok, muhalifsen de konuşma”
Burada bir faşist nasıl düşünür, bir polis devleti nasıl çalışır, vatandaşı nasıl değerlendirir görelim.
Polis devletinin gözünde herkes potansiyel suçludur. Her an herkes kendisine karşı faaliyete geçecek potansiyeli taşımaktadır. Bu nedenle de herkesin izlenmesi, dinlenmesi, fişlenmesi gereklidir.
Polis devleti gerçek kanıtlara ihtiyaç duymaz, zaten dinlemeyi de bunun için yapmaz. Bir insan muhalifse zaten o gün suç işlemediyse yarın işleyecektir. Dinlemek de zaten bu potansiyel kişileri tespit etmek için yapılmaktadır. Kanıt yoksa da yaratılır.
İşte polis devleti bu yüzden hukuku tamamen dışlar. Bu paranoya düzeninin sebebi aslında kendi korkularıdır. Bir faşisti en çok korkutacak şey devrilmektir. Rahatsız olanlara da verecek cevabı vardır: “Bizdensen korkmana gerek yok, bize karşıysan da hiç konuşma.”
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın dinleme iddiaları üzerine yaptığı açıklama bu mantığın en net ifadesi olmuştur sanırız. Yıldırım; “Eğer yasadışı bir faaliyetiniz yoksa endişe duymanıza, hayatı eziyet haline getirmenize gerek yok. Rahat olmamız lazım, aksi halde bu bir paranoyaya dönüşür ve bunun da asla çözümü yoktur… Arkadaşlar bunu önleme imkanı maalesef yok. Dünyanın hiçbir yerinde yok. Bunun tek yolu da konuşmamak” demektedir. Ancak yasadışı faaliyetin kapsamını belirleyecek olanların yine kendileri olacağını saklamaktadır. Yani, AKP kendisini biraz daha güçlü hissettiği anda iktidarı eleştirmenin yasadışı olduğunu da ilan edebilecek kadar faşisttir aslına bakılırsa.
Peki, polis devletine, Kürt-İslam faşizmine karşı kim ayakta kalabilecek? Tabii ki kendisini susmak durumunda hissetmeyecek kadar cesarete ve devrimciliğe sahip olanlar.
TÜRKSOLU susmayacak…
0 Comments