GERİCİLİĞİ NEREDE GÖRSEM TEPELERİM
Atatürk çözümü:
“Gericiliği nerede görsem tepelerim, tepelerim, tepelerim”
|
Gerici türban darbesi
Türkiye gerici bir türban darbesine şahitlik ediyor.
Türbanı serbest bırakmak için Anayasa değişikleri Meclis’ten geçti. AKP-MHP-DTP koalisyonu bunu bir “özgürlük meselesi” ilan etti. Sırada YÖK Yasası’nda değişiklikler yapmak var.
Ancak unutulan bir şey var. Daha önce başta Turgut Özal döneminde olmak üzere defalarca kez Meclis “türbana özgürlük” yasası çıkardı. Fakat Anayasa Mahkemesi bunların hepsini iptal etti.
Gerekçe basitti. Kaynağını Şeriattan alan türban dayatmasının, Anayasa’nın değiştirilemez ilk üç maddesinde güvence altına alınan laik rejimde asla yeri yoktur.
Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararları, laiklik maddesi Anayasa’dan çıkarılmadan türbana özgürlük sağlanamayacağını açıkça belirtmektedir.
Ayrıca şu da not edilmelidir. Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararları da Anayasa hükmündedir. Sonraki kanun düzenlemeleri ve Anayasa Mahkemesi kararları için bağlayıcıdır.
Meclis’teki AKP-MHP-DTP bloğu bu yüzden bilerek Anayasa’ya ve laik rejime karşı bir suç işlemekte hatta darbe girişiminde bulunmaktadır. Tek umutları Anayasa Mahkemesi’nin üye yapısındaki değişikliğin ve yeni başkanın kendi darbelerini bu sefer meşrulaştıracağı düşüncesidir.
Bu ise suçlarını hafifletmemekte, daha da ağırlaştırmaktadır. Gerçekten de Anayasa Mahkemesi’nin başında bugün hukuk fakültesi mezunu bile olmayan biri vardır. Eşi türbanlıdır. Mahkemenin kararı nasıl çıkacak bu yüzden önemli değil. Önceki kararlar zaten bağlayıcıdır.
Eğer minareyi çalanlar bu sefer kılıfı hazırladıklarını düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Sadece gerici darbeden dolayı yargılanacakların sayısı artar.
Yoksa türbana Cumhuriyet rejiminde özgürlük yok. Kimse kimseyi kandırmasın. Türban ve laik Cumhuriyet bağdaşmaz. Aradaki çelişkiyi PKK’lıyla MHP’liyi Meclis sahtekârlıkları için yan yana getirerek bile çözemezsiniz.
Türban Cumhuriyet düşmanlığının sancağı
Zaten türbancılar da Cumhuriyet’e düşman olduklarını asla saklamadılar.
Şimdi 28 Şubat dönemindeki türban eylemlerini hatırlayalım. Eylemlerdeki pankart ve sloganları: “7.4 yetmedi mi?”, “İçinizdeki laiklik canavarını durdurun”, “Kemalist devlet yıkılacak elbet”, “Örtümüz sancağımız…”
Sonra AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde attıkları sloganı hatırlayalım: “80 yıllık karanlığa son…”
Baştürbancı Tayyip Erdoğan’ın sözlerini tekrar hatırlayalım: “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, laiklik elden gidiyor. Yahu, bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek yahu! Sen bunun önüne geçemezsin ki. Yani zorla bu milletin elinde tutmaya gücün yetmez. Millete rağmen bu yürümez zaten.”
Türbancıların tek bir amacı vardır. O da laik Cumhuriyet ile hesaplaşmak. Geri kalan her şey yalandır.
Çünkü türban bir inanç meselesi veya özgürlük sorunu değil. Tarihin hiçbir döneminde de olmamış.
Kaldı ki, dini bir inanç meselesi olarak gören anlayış da zaten laikliktir. Dinin kuralları Ortaçağ’da emirdir. Ve tek hukuk kaynağıdır. Laik düzende ise dinin kuralları inanç ve vicdan çerçevesinde ele alınır. Dolayısıyla laik hukuk her türlü kamusal düzenlemede sahip olduğu yetkiyi bu alanda da istediği gibi kullanır. İnançların kamuya ne kadar yansıtılabileceğine karar verir. Gerektiğinde sınırlar. Gerektiğinde ibadet alanları belirler. O alanlarla ilgili kuralları da saptar.
Osmanlı’nın son yüzyılında ve Cumhuriyet tarihi boyunca bu kavga bitmedi. Bir tarafta emperyalizmin desteklediği gericiler, diğer tarafta vatanını savunan ve çağdaş bir düzen isteyen ilericiler, devrimciler.
Ve ne zaman vatan tehlikeye düşse, milliyetçiler vatan için ayağa kalksa; gericiler hep aynı neden ile kıyam etti: “Din elden gidiyor.”
31 Mart Ayaklanması’nda da böyle oldu, İstiklâl Savaşı yıllarındaki gerici isyanlar sırasında da böyle oldu. Musul’u vatan toprağını kavuşturmamıza ramak kalmışken de aynı cerahat ayaklanmıştı.
Emperyalizmin paralı köpeklerinin ağzında 200 yıldır hep aynı kirli yalan: “Din elden gidiyor. Kadınları soyacaklar. Çarşafları yırtıyorlar. Camiler ahır olacak.”
Bugün Türkiye yok edilmek isteniyor. PKK Meclis’e girmiş. Türklük devletin Anayasası’ndan çıkarılmak isteniyor. Topraklarımız satılıyor. Ama gerici cephe 200 yıldır çıkardığı o uğursuz hırıltıyı kesmiyor. Yine avaz avaz bağırıyorlar: “Türban inancımızın simgesidir.” Baştürbancı ekliyor: “Gazetelerde her türlü ahlaksızlık var, çırılçıplak fotoğraflar basılıyor.”
Değişen hiçbir şey yok. Tekerlemeler hep aynı.
Türban uğursuz bir bayraktır. Türk bayrağına, Atatürkçü Türkiye Cumhuriyeti’nin ay yıldızlı bayrağına karşı her türden Kürt-İslamcı emperyalist uşağının altında toplandığı gericilik sancağıdır.
Bugün kendilerine demokrasi ve özgürlük cephesi diyorlar. Yalan! Tarih boyunca kirli yüzünüzü çok gördük. Sizi iyi tanıyoruz. Kara sancak altında toplanan mürteci cephesinin üstüne al bayrağı sallayacağız. Haşarata en iyi çözüm budur.
Üniversiteleri yok edip,
Taliban medresesi kuracaklar
Bugün üniversiteler hedefte. Çünkü yobaz cephe üniversiteleri ele geçirilemeyen son kale olarak görüyor.
Gerçekten de haklılar. Cumhuriyet’in ele geçirilemeyen iki kalesi kaldı. Biri Türk Silahlı Kuvvetleri diğeri ise Cumhuriyet üniversiteleri...
Yargı gericiliğe ve faşizme karşı direniyor. Ama faşist kadrolaşmayla yakında orayı ele geçirebileceklerini düşünüyorlar.
Ama bu kadrolaşmanın önündeki en büyük engel, üniversitelerin özellikle 28 Şubat’tan sonra laik bir anlayışla silkinmesi ve gericiliği geçici de olsa püskürtmesidir.
Şimdi birkaç koldan üniversitelere saldırılıyor. Bu sene karar yılı olacak. Üniversite düşecek mi, ayakta mı kalacak?
Türban eğer üniversiteye girerse Cumhuriyet’in bayrağını burçlardan indirip gericiliğin kara sancağını dikecekler. Kimileri üç beş türbanlı kızın ne yapabileceğini soruyor. Bu büyük bir aldatmacadır.
10 bin kişilik bir kampusta 100 tane türbanlı bile orayı Şeriatın gösteri alanı haline getirmeye yeter. 100 kişilik aynı üniformayı giymiş, tarikat hiyerarşisine uyan, arkasında iktidar ve sermaye gücünü almış milis kuvveti, değil 10 bin kişiyi, 100 bin kişiyi bile sindirir. İnanın o 100 kişi bir yıl içinde 10 kat artacaktır. Kapanmamak çok büyük bir cesaret işi olacaktır.
İş tabii türbanla bitmeyecek. Bu sene İmam Hatiplileri üniversitelere sokacaklar. Hukuk ve Kamu Yönetimi bölümlerine doluşan İmam Hatipliler, çoktan İmam Cumhuriyeti’ne dönüştürülen AKP bürokrasisi için yeni faşist kadrolar olarak yetişecek.
Tek engel kalıyor. O da direnecek bazı Atatürkçü rektörler ve öğretim üyeleri. Sorun değil. Abdullah Gül zaten son birkaç aydır bu meseleyi çözmeye başladı. Rektörleri Cumhurbaşkanı atıyor. Çok değil 2 yıl sonra ilahiyatçı veya tarikatçı olmayan tek bir rektör kalmayacak. Atatürkçü hocalar ve hatta bırakın Atatürkçü olmayı, tarikatçı olmayı başaramayan sıradan öğretim üyeleri bile kapı önüne konacak.
Böylelikle 150 yıldır kin besledikleri çağdaş yüksek öğrenim kurumları yok edilmiş olacak. Amaçları medreseler kurmak ve Afganistan’daki gibi köle zihniyetli medrese öğrencisi Talibanlar yetiştirmek.
İlköğretim ve ortaöğretim zaten ellerinde… Üniversiteler düşünce laik Cumhuriyet düşecek. Kavganın şiddeti ve yobaz faşistlerin ısrarcılığı buradan kaynaklanıyor.
Bu önümüzdeki bir yıl çok hayati. Eğer faşist darbe engellenmezse Türkiye’nin bir değil birkaç kuşağı yok edilecek. Bu aynı zamanda Türkiye’nin de yok olması demektir.
Türbancıların gerçek amacı faşizm
Türbancılar bugün “bireysel özgürlük, inanç meselesi, din ve vicdan özgürlüğü” gibi laik kavramları Şeriatçı propaganda için kullanıyorlar.
Onlara göre özgürlük herkesin inancını uygulamasıdır. Dolayısıyla inanç kanundur. Zaten tek inanç vardır. Çünkü nüfusun %99’u Müslüman’dır. O tek inanç da Şeriattır. Şeriatın ne olduğunu da ancak kendileri karar verir. Böylelikle demokrasi adına Şeriat diktatörlüğü ilan edilebilir.
İşte gericinin düz mantığı bu. Ya kendilerini çok akıllı sanıyorlar ya da insanlığı kendileri kadar geri kalmış ve cahil sanıyorlar. Beyler, 11. yy.’da kalmış, ancak Yunan Aristo’dan aşırma düz mantık geriliği 21. yy.’da tutmaz.
Baştürbancı sürekli din konusunda mürekkep yalamaktan, ulemadan bahsediyor. Emperyalistlere yalakalık konusunda rakip tanımazsınız kabul. Ancak ev hanımları bile sizden daha iyi din bilgisi sahibidir. En azından sabah programlarında Yaşar Nuri Hoca’yı dinliyorlar.
Türban konusunda gerçek niyetlerini dine sığınarak gizlemek istiyorlar. Ancak kendilerini daha da çok ele veriyorlar.
Eğer türbanı özgürleştirmekteki tek referansları dinsel özgürlük ise, gerçek amaçlarının özgürlük değil, tam tersine faşizm ve diktatörlük olduğunu açığa vurmuş oluyorlar.
Çünkü tarih boyunca din adına fetva verenlerin ve bunu kanun düzeni haline getirmeye çalışanların hepsi, vicdan özgürlüğü dâhil her türlü bireysel özgürlüğün gerçek düşmanı olmuştur.
Bugün din adına türbana özgürlük isteyenler, yarın din adına çarşafa da özgürlük isteyecekler. Sonra din adına haremlik ve selamlık uygulaması talep edenler ortaya çıkacak. En sonunda türbansız gezenler bizim din ve vicdan özgürlüğümüze saldırıyor denecek. Reklam panolarına saldıran sokak serserileri, gazete sayfalarındaki açık bulduğu resimlere bakmaktan kendini alamayan ama etrafına da namus dersi vermeye kalkan baştürbancı o zaman eyleme geçecek.
Birileri dini referans kabul edip, laik hukuka kendi duruşunu dayattığı gün bu işin sonu yoktur. Laiklik ve Şeriat aynı anda hüküm süren iki hukuk sistemi olarak yaşayamaz. Osmanlı bunu denemiş ve çok kısa sürede yıkılmış.
Şeriat laikliği hemen yok eder. Ya da laiklik Şeriatçılığı yok etmek zorundadır. Aksi takdirde İran’da Şii Şeriatçılığının, Suudi Arabistan’da Sünni Şeriatçılığının gösterdiği gibi Müslüman olma ama farklı mezhepten olma özgürlüğü bile kalmaz.
AKP’nin amacı faşist bir rejim kurmaktır. Türban bu faşist rejimin hem giysisi olacaktır, hem de laik hukuku parçalayan ilk balyozu.
“İlim icabı” kanunlar Meclis’ten çıkıyor. Mürekkep yalamakla övünen baştürbancı bir imam ilk şeri hukuk uygulamasını türban kanunlarıyla deniyor.
Biz ise Atatürk yolundan gidenler olarak artık onun kararlılığını göstermek zorundayız. “Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez.”
Bu işi Cumhuriyet’in fiili gücü çözer. Yine Atatürk’ün dediği gibi “fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
Gericiliğe özgürlük
Cumhuriyet’e ölüm demektir
Gericiler faşizme yürürken demokrasi ve özgürlük maskelerini kullanıyorlar. Ancak özgürlükten kastettikleri Cumhuriyet’e saldırma, demokrasiyi önce kullanıp sonra yok etme, ulusal egemenliği yıkma, toplumu geriye götürme ve sömürgecilerin kölesi yobaz bir rejim kurma özgürlüğüdür.
Ortak düşmanları Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti olunca, bu sözde özgürlük ve demokrasi cephesinde sadece yobaz faşistler değil, MHP’li ırkçılar, PKK’lı bölücüler, Amerikancı liberaller ve İkinci Cumhuriyetçiler de toplanıyor.
İş öyle bir noktaya kaldı ki, Cumhuriyet’i savunan biz devrimciler, gerçek özgürlüğü ve demokrasiyi sözde liberal ve demokratlara karşı da savunmak zorundayız.
Bugün artık, Türkiye nerede hata yaptı, faşist tehlike nasıl bu kadar büyüdü, gericilik ülkeyi nasıl avucunun içine alabildi diye sormak zorundayız.
Bunun tek bir nedeni vardır. O da Atatürk’ün gericiliğe asla en küçük özgürlük hakkı tanımayan tavizsiz devrimcilik anlayışının terk edilmesidir.
Ne yazık ki 11 Kasım 1938’den itibaren bu anlayış terk edildi. Önce İsmet İnönü CHP içinde gericilerle anlaşmaya, onları sisteme dâhil ederek uzlaşmaya yeltendi.
Bu korkunç hatanın sonucu çok kısa sürede ortaya çıktı. Tarikatlar, aşiret reisleri ve ağalar DP’yle iktidara oturdular.
Bundan sonra Türkiye geri dönülmez bir yola girdi. Gericiliğin elde ettiği her taviz, kazandığı her yeni özgürlük alanı, halkın esareti, ilericiliğin ve Cumhuriyet’in yok edilmesi anlamına geldi.
Çok kısa bir sürede gericilik o kadar büyüdü ki, artık yeni mevzi kazanmak değil tüm rejimi yutmak istiyorlar. Gericiliği büyüten merkez sağ yok oldu. Gericilikle mücadele etmeyen merkez sol da yok oldu. Türkiye hızla İranlaşmaya, Talibanlaşmaya doğru ilerliyor.
Bu yüzden eski hataları yineleyecek vakit ve lüks kalmadı. Gericiliğe hiçbir özgürlük ve demokrasi hakkı tanınamaz.
Türbanın çözümü uzlaşma değildir. Çünkü Türkiye’de bir türban sorunu değil gericilik sorunu vardır. Gericilik ile mücadele ise uzlaşılarak değil, her türlü kaynağı yok edilerek verilir.
Atatürk’ün çözümü basittir. İstiklâl Mahkemeleri sorunun en kansız, en kestirme ve en demokratik çözüm yoludur.
Atatürkçüler Atatürk’ün çözümlerini savunmalıdır. Aksi takdirde Türkiye’de Türklük ve Atatürkçülük en kanlı şekilde Kürt-İslam faşizmi tarafından yok edilecek.
İstiklâl Mahkemeleri TBMM’de kanunlaşırken, Atatürk’ün hiç değişmeyen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt meseleyi çok basit özetlemiştir: “Özgürlüğün kaderi gericiliğin elinde oyuncak haline gelmek olamaz.”
|
Tayyip çarşafı tüymek için taşıyor
Baştürbancı beyaz çarşafla dolaştığını ilan etmiş. Ne zaman rejim tartışmaları alevlense, baştürbancıyı hep bir telaş alıyor. “Öfke bir hitabet sanatıdır” diyor ama öfkeyi adeta korkusunu saklama sanatı olarak kullanıyor.
Korku ve telaş suçluluk psikolojisinin ürünüdür. Anayasal laik düzene karşı gerici ve faşist bir darbe tertipliyorlar. Suçlarını biliyorlar. O yüzden korkuyorlar.
Meclis’te kanunlaştırdıkları metinler Yüce Divan açısından paha biçilmez suç delilleri niteliğindedir. Önce partileri kapanacak, sonra da kendileri yargılanacaklar. Kaçış yok.
Sağcı politikacı korkak olur. Çünkü emperyalizmin ve sermayenin arkasındaki desteğinin biraz azaldığını hissedince adeta uçurumun kenarındaymış gibi hisseder kendini.
Uğruna ölünecek bir dava ve halk için mücadele eden devrimcilerden farkları budur.
Ölümden çok korkarlar ve hep bunu saklamak için tersinden propaganda yapmaya çalışırlar. Öteki dünyadan, ahiretten bahsederler.
Devrimcilerin en büyük korkusu ise vatan ve uluslarının yok olmasıdır. Kişisel bir davanın değil, milli bir davanın neferleridir. Örneğin Atatürk defalarca ölümle burun buruna gelmiş, boynunda idam fermanıyla İstiklâl Savaşı’nı yürütmüştür. Ama hiçbir zaman bunun propagandasını yapmamıştır. Hatta idam edileceği için en yakın arkadaşlarının etrafından uzaklaşmasını doğal karşılaşmış ve kimseyi Nutuk’ta bile bundan dolayı suçlamamıştı. Suçlamaları hep vatana ihanet veya kayıtsızlık temelindedir.
Sağcı ve gerici politikacılar hep Menderes’i örnek gösterir. “Bir bayramlık, bir idamlık gömlek” hikâyeleri anlatırlar. Ama Menderes ipe giderken etrafı saran pis kokuyu da unutturamazlar.
Laiklik düşmanı eylemlerinin muhtemel sonucu baştürbancıya hatırlatılınca Parti Meclis toplantısında yine benzer bir konuşma yapmış: “Biz o beyaz çarşaflarla beraber yola çıktık…”
Bunun üzerine Bülent Arınç başta olmak üzere tüm AKP’liler duygulanıp ağlamaya başlamış.
Bizi ise bir kahkaha bastı. Şundan dolayı…
İlk olarak AKP’lilerin türban zaferi ilan ettiği günde bile salya sümük ağlaması Cumhuriyet’in mirası ve gücü karşısında ne kadar aciz ve korkak olduklarını gösteriyor.
28 Şubat sürecinde “başörtümüz onurumuzdur” diyen mürtecileri hatırlıyoruz. Birkaç binle başlattıkları Cuma eylemleri birkaç on kişiye kadar düşmüştü. En sonunda “hüzünlü bir veda” başlıklı ağlamaklı bir bildiri dağıtıp kafalarına komik bir peruk takarak içeri girmişlerdi.
AKP’liler daha bugünden ağlamaya başladı.
İkincisi, baştürbancı çarşaftan bahsederken, Arınç ve AKP’lilerin zannettikleri gibi Menderes’e gönderme yapmıyor. Vahdettin’e öykünüyor. Biliyorsunuz beyaz kefen bezi veya idam gömleğinin anlamı başkadır, çarşafın anlamı başka.
Baştürbancı kızını türban meselesinden dolayı ABD’ye gönderdiğini söylüyor. Oğlunda mı türbanlı diye çok soruldu kendisine. Ama maksat şimdi belli oldu. Vahdettin gibi bir gün çarşafa bürünüp, Türkiye’den tüymeyi düşünüyorlar anlaşılan.
Önlemler şimdiden alınsın. Havaalanlarındaki tüm beyaz çarşaflılar denetlensin. “Olmaz, mahreme saygı” diyorlarsa bayan polisler görev yapabilir.
Aman yine de dikkat, çarşafın altından bir bıyıklı çıkabilir.
Atatürk’ün Türklere verdiği ödev: Gericiliği tepelemek
Ya gericilik bizim elimizde son bulacak, ya da Türk Milleti olarak biz gericiliğin elinde yok edileceğiz.
Gericiler tarih boyunca emperyalizmin milletimizi esir haline getirmek ve yok etmek için kullandığı kuklalar oldu.
Emperyalizmin en büyük düşmanı ulus ve ulusun direnme gücüdür. Bu yüzden ulusa düşman her türlü güçle işbirliği yaparlar. Emperyalizmin sermaye ortağı olan kompradorlar toplumun çok küçük ve tecrit bir kesimini oluştururlar. Dolayısıyla halkı kandırmak veya baskı altına aldırmak konusunda Batıcı liberallerin yapabilecekleri çok sınırlıdır.
Bu yüzden emperyalizm etnik bölücüleri ve Şeriatçı gericileri kullanmadan bir ulusu parçalayamaz, sömürgeleştiremez. Emperyalizme karşı direnişin tek çağdaş dinamiği olan ulusu, gericiliğe mahkûm ederek etnik ve mezhepsel parçalara bölmek isterler.
Bugün baştürbancı türban konusunda basını ve muhalefeti tehdit ederken, “Ben zalime ve zulüme düşmanım, asla zalimi alkışlamam” diyor.
Zalimden kastettiği tabii ki iki üç ayda bir kapısına koştuğu ABD ve İsrail değil. Türk Devletini ve laik hukuku zalimlik olarak nitelendiriyor.
Tarihin her döneminde gericiler Türklüğe karşı oldu. Türk devletini de hep kâfir gördüler. Bugün de aslında sadece Türk varlığının değil, Türk kadınının özgürlüğünün ve namusunun baş düşmanı mürteci sapıktır.
Daha geçtiğimiz gün Tarsus’ta, okul üniforması olan eteği giydiği için 13 yaşındaki bir ilkokul öğrencisinin bacaklarına kezzap döken sapıkların karşısında boyun eğecek miyiz?
Türk kadınının namusuna ve iffetine hakaret eden, dil uzatan Kürt-İslamcılara seyirci kalacak mıyız?
Kıbrıs’ı Rumlara, Musul’u Barzani’ye, Güneydoğumuzu ABD uşağı Kürtlere, Ege kıyılarımızı Rumlara, İstanbul’u emperyalistlere teslim etmeye niyetlenen Potamyalıların, Mezopotamyalıların, Ermenistanlıların din adına Türk Milleti’ni yok etmesine izin verecek miyiz?
Türkiye bir Türk Devleti olarak, Türk vatanı olarak mı kalacak? Yoksa ABD sömürgesi Federe Kürt-İslam Devleti mi olacak?
Sorun “türban sorunu” değil. Sorun Türkler açısından “emperyalizm ve gericilik sorunu.” Sorun onlar açısından “Türk sorunu.”
Sorunun Türkler açısından tek bir çözümü var. Atatürk çözümü:
“Gericiliği nerede görürsem tepelerim, tepelerim, tepelerim.”
|
0 Comments