Resist the Devil and He Will Flee (Text Only) | Resurrect

KAYIP BOLGE

GERİCİLİĞİ NEREDE GÖRSEM TEPELERİM

Atatürk çözümü:
“Gericiliği nerede görsem tepelerim, tepelerim, tepelerim”

 
Karşı devrimin
60 yıllık kronolojisi

14 Mayıs 1950 Demokrat Parti, “Yeter! Söz Milletindir!” sloganıyla iktidarda. 14 Mayıs 1950 Demokrat Parti, “Yeter! Söz Milletindir!” sloganıyla iktidarda.

16 Haziran 1950 Arapça ezan okunmasını yasaklayan TCK’nın 526. maddesi, DP milletvekillerinin oylarıyla kaldırıldı.

29 Mayıs 1950 Menderes: “Millete mal olmuş inkılaplarımızı koruyacağız” diyerek Atatürk devrimlerini millete mal olmuş ve olmamış olarak ikiye ayırdı.

Ekim 1950 İlkokullarda isteğe bağlı din dersi tersine çevrildi. Veliler, din dersi istemediklerine dair dilekçe vermek zorunda bırakıldı.

22 Kasım 1952 Gericiliğe karşı yazılarıyla tanınan Vatan gazetesi başyazarı, Ahmet Emin Yalman’a Malatya’da başarısız suikast girişiminde bulunuldu.

1954 Celal Bayar: “Millet, CHP’nin Meclis’teki milletvekillerinin sayısını daha da azaltıp otuza indirmekle ne istediğini belli etmiştir. Artık, bundan sonra ince demokrasiye paydos.” 1954 Celal Bayar: “Millet, CHP’nin Meclis’teki milletvekillerinin sayısını daha da azaltıp otuza indirmekle ne istediğini belli etmiştir. Artık, bundan sonra ince demokrasiye paydos.”

29 Kasım 1955 Menderes: “Arkadaşlarım beni diktatörlükle suçladılar. Benim sizin karşınızda diktatör olmama olanak var mıdır? Siz güçlüsünüz ki şu anda isterseniz Anayasayı bile değiştirebilir, hilafeti bile geri getirebilirsiniz.”

29 Kasım 1955 Menderes: “Arkadaşlarım beni diktatörlükle suçladılar. Benim sizin karşınızda diktatör olmama olanak var mıdır? Siz güçlüsünüz ki şu anda isterseniz Anayasayı bile değiştirebilir, hilafeti bile geri getirebilirsiniz.” 25 Ocak 1956 Menderes: “İstersek bugün çanlarına ot tıkayabiliriz.”

20 Ekim 1957 Menderes: “İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii’ni ikinci bir Kabe yapacağız.”

19 Ekim 1958 Menderes, Said-i Nursi’nin yaşadığı Emirdağ’da hilafet ve saltanatı temsil eden yeşil bayraklarla karşılandı.

 
 
4 Mayıs 1959
DP’liler, İstanbul Topkapı’da, İnönü’nün otomobiline taş ve sopalarla saldırarak İnönü’yü linç etmek istediler…

19 Ekim 1958 Menderes, Said-i Nursi’nin yaşadığı Emirdağ’da hilafet ve saltanatı temsil eden yeşil bayraklarla karşılandı. 5 Haziran 1966 İnönü: “Milli mücadele sırasında da ortam böyleydi. Demirel, Said-i Nursi’nin halifesi mi olacak?”

6 Eylül 1966 Yargıtay Başkanı İmran Öktem: “Gerici akımlar Atatürk’ün ölümünden 28 yıl sonra yine büyük bir tehlike haline gelmiştir. Saf ve temiz vatandaşlar din ve Şeriat entrikalarının oyunlarına alet edilmek isteniyor.”

13 Ağustos 1968 New York Times gazetesi sahibi G. L. Sulsberger: “Başbakan Demirel’e göre Türkiye gençlerin çoğunlukta olduğu bir ülkedir. Ve bu gençleri eğiten öğretmenler Amerika’ya karşı oldukları taktirde yarının kuşaklarının Amerika’dan nefret etmesi doğaldır. Onun için çok geç kalmadan probleme bir çözüm yolu aranmalıdır.” 13 Ağustos 1968 New York Times gazetesi sahibi G. L. Sulsberger: “Başbakan Demirel’e göre Türkiye gençlerin çoğunlukta olduğu bir ülkedir. Ve bu gençleri eğiten öğretmenler Amerika’ya karşı oldukları taktirde yarının kuşaklarının Amerika’dan nefret etmesi doğaldır. Onun için çok geç kalmadan probleme bir çözüm yolu aranmalıdır.”

 
3 Mart 1968
Sağcılar İstanbul’da “Uyanış Mitingi” yaptılar. Mitingde, TİP’lileri ölümle tehdit ettiler.

17 Şubat 1969 Kanlı Pazar. Türkiye’ye gelen 6. Filo’yu protesto eden öğrencilere, gericiler sopalarla ve bıçaklarla saldırdı. 2 kişiyi öldürdüler. 200 kişi yaralandı.

7 Temmuz 1969 Gericiler, Kayseri’de ayaklandılar.

6 Eylül 1969 Erbakan, “TCK’nın 163. maddesini değiştireceğiz” sloganıyla Konya’dan milletvekili adayı oldu.

8 Ekim 1969 Konya’da “İmanlı Büyük Türkiye Mitingi” yapıldı.

1974 MSP koalisyon ortağı olarak iktidarda.1974 MSP koalisyon ortağı olarak iktidarda.

1975 Kemalpaşa’da Nurcuların komando kampı ortaya çıktı.

 
 
 
31 Ekim 1976
MSP’li Devlet Bakanı Hasan Aksay, “Bu milletin evlatları maymundan gelme olduğunu kabul edemez. Allaha şükür bu sebeple kitapları değiştiriyoruz” diyerek ders kitaplarından Darwin Kuramı’nı çıkardı.

22 Aralık 1978 Maraş Katliamı. “Allah için savaşa” sloganıyla başlayan katliamda 111 kişi öldü. 22 Aralık 1978 Maraş Katliamı. “Allah için savaşa” sloganıyla başlayan katliamda 111 kişi öldü.

26 Aralık 1978 Demirel: “Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz.”

12 Haziran 1979 Erbakan: “MSP, hafta sonu tatili Cuma gününe gelsin diyor… Mübarek mukaddes Cuma tatilini bırakmış, elin gavurunun Pazarını kendine tatil yapmışlar. Nikahı müftüler kıysın diyoruz. Mekteplere Kur’an dersi koyalım diyoruz. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor?”

4 Temmuz 1980 Çorum Katliamı. Gericiler yine Alevilere ve ilericilere saldırdı. Çoğu yakılarak 26 kişi öldürüldü. Yüzlerce kişi yaralı.

6 Eylül 1980 MSP’nin Konya mitingi. İçki satan dükkanlar taşlandı, turistler dövüldü. Yeşil cüppeler giyen kalabalık “Dinsiz devlet yıkılacak elbet” sloganlarıyla yürüdü.

3 Temmuz 1981 Evren: “Artık yeni aldığımız bir kararla ilk ve ortaokullarda, liselerde mecburi din dersi konacaktır.” 28 Nisan 1981 Bakanlar Kurulu bir kararname ile Türk imamlarına Suudi Arabistan’ın Rabıta örgütünün aylık bağlamasını onayladı.

23 Temmuz 1981 Evren: “Artık yeni aldığımız bir kararla ilk ve ortaokullarda, liselerde mecburi din dersi konacaktır.”

26 Mayıs 1983 “‘Şeriat gelmiş ve gelecek nizamların üstünde tek yoldur! diye haykırmanın hürriyetine malik miyiz?’ diyen Şeriatçı şair Necip Fazıl’ın cenaze namazı, Turgut Özal’ın ön safta katılımıyla Fatih Camii’nde kılındı. 26 Mayıs 1983 “‘Şeriat gelmiş ve gelecek nizamların üstünde tek yoldur! diye haykırmanın hürriyetine malik miyiz?’ diyen Şeriatçı şair Necip Fazıl’ın cenaze namazı, Turgut Özal’ın ön safta katılımıyla Fatih Camii’nde kılındı.

 
 
19 Mayıs 1984
Ankara Belediyesi Meclisi, Hitit Anıtı için “Bu camızları kaldıracağız” diyerek imha kararı aldı.

4 Ekim 1984 Kenan Evren: “Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz?”

18 Mayıs 1986 Devlet Bakanı Kazım Aksay: “Amacımız, her üniversiteye bir ibadet yeri açmaktır.”

1987 Türk-İslam sentezi kabul edildi.

17 Ocak 1987 Başörtüsü yasağını protesto için İslami Kurtuluş Örgütü, Ankara Bahçelievler’deki bir parfümeri mağazasına saldırdı. Olay yerine “Bacılarımız örtünmeyecekse metresleriniz de süslenmeyecek” yazılı pankart astılar.

1 Şubat 1987 İslami anlayışa aykırı hareket ettiği ileri sürülen taksi şoförü Zafer Toplu ciğerleri sökülerek öldürüldü.

3 Mayıs 1987 Van 100. Yıl Üniversitesi öğrencisi Şirin Tekin oruç tutmadığı için öldürüldü.

 
 
10 Kasım 1987 Erbakan: “İktidara gelmemiz halinde başörtüsünü milli kıyafet yapacağız, her ilçeye bir İmam Hatip okulu açacağız. Liselerde din derslerinin yanı sıra tefsir ve hadis derslerini de okutarak manevi kalkınmayı sağlayacağız.” 10 Kasım 1987
Erbakan: “İktidara gelmemiz halinde başörtüsünü milli kıyafet yapacağız, her ilçeye bir İmam Hatip okulu açacağız. Liselerde din derslerinin yanı sıra tefsir ve hadis derslerini de okutarak manevi kalkınmayı sağlayacağız.”

8 Mart 1989 Anayasa Mahkemesi Özal’ın çıkardığı türbanı serbest bırakan yasayı iptal etti.

9 Mart 1989 Şeriatçı terör örgütü Müslüman Gençlik, İstanbul Üniversitesi’nde başörtüsü eylemine başladı.

9 Mart 1989 Şeriatçı terör örgütü Müslüman Gençlik, İstanbul Üniversitesi’nde başörtüsü eylemine başladı. 31 Ocak 1990 Prof. Muammer Aksoy, Ankara Bahçelievler’deki evinin girişinde öldürüldü.

7 Mart 1990 Hürriyet gazetesi yazarı Çetin Emeç, İstanbul Suadiye’deki evinin önünde öldürüldü.

 
13 Mayıs 1990
Erbakan: “Cihad delisi olmadan mümin olunmaz. Cihadı yapacaksınız. Refah, İslami Cihat Ordusu’dur. Hepimiz bu orduya askeriz.”

6 Ekim 1990 SHP Parti Meclis Üyesi Doç. Dr. Bahriye Üçok, evine gönderilen bir paketteki bombanın patlaması sonucu öldü. 6 Ekim 1990 SHP Parti Meclis Üyesi Doç. Dr. Bahriye Üçok, evine gönderilen bir paketteki bombanın patlaması sonucu öldü.

10 Ekim 1990 Said-i Nursi için ilk mevlid. Süleyman Demirel: “Büyük alim ve yorumlayıcı Bediüzzaman Said-i Nursi için okunacak mevlidi Allah kabul etsin. Hakkın savunucusu ve iyiliğin yol göstericisi olan Bediüzzaman Said-i Nursi’ye Allah rahmet eylesin. Saygılar.”

25 Ekim 1990 Üniversitelerde başörtüsü ile derse girmek serbest bırakıldı.

31 Ekim 1991 Kur’an kurslarında okutulan ant: “(...)Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, (...) Kemal Paşa zamanında çıkartılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime (...) dinim, allahım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ederim.”

 
14 Aralık 1992
TBMM görüşmeleri. Ekrem Ceyhun: “Biz, siyasetin emrinde bir din istemiyoruz. Dinin emrinde bir siyaset kabul ediyoruz.”

24 Ocak 1993 Gazeteci, yazar Uğur Mumcu Ankara Bahçelievler’deki evinin önünde otomobiline yerleştirilen bomba ile öldürüldü24 Ocak 1993 Gazeteci,
yazar Uğur Mumcu
Ankara Bahçelievler’deki evinin önünde otomobiline yerleştirilen bomba ile öldürüldü.

2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı. Şeriat isteriz diye ayaklananlar 37 kişiyi yakarak katletti.

2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı. Şeriat isteriz diye ayaklananlar 37 kişiyi yakarak katletti. 25 Şubat 1994 RP Milletvekili Hasan Mezarcı, Atatürk’ü kastederek: “Selanikli biri benim atam olamaz. Ben veled-i zina değilim.”

13 Nisan 1994 Erbakan: “RP, bir gün mutlaka iktidara gelecek. Ama bu geçiş dönemi tatlı mı olacak kanlı mı olacak buna halk karar verecek.”

 
17 Mayıs 1994
Cuma günü öğle tatillerinin namaz saatine göre uygulanması teklifi meclise geldi.

28 Haziran 1996 Erbakan başbakan.

17 Mayıs 1994 Cuma günü öğle tatillerinin namaz saatine göre uygulanması teklifi meclise geldi. 27 Eylül 1996 RP Milletvekilli Şevki Yılmaz: “Türkiye’nin yüzde 99’u Hizbullah’tır. Hizbullah olmayan Hizbuşeytan’dır.”

11 Ocak 1997 Erbakan, tarikat liderlerine başbakanlık konutunda iftar yemeği verdi.

Şubat 1998 Şeriatçı terör örgütleri üniversiteye türbanla girişin yasaklanması üzerine yeniden eylemlere başladılarŞubat 1998 Şeriatçı terör örgütleri üniversiteye türbanla girişin yasaklanması üzerine yeniden eylemlere başladılar. Sloganları: “İnanca saygı, düşünceye özgürlük.”

 
 
Ağustos 2007 Abdullah Gül Cumhurbaşkanı. Kasım 2002
AKP tek başına iktidar. Abdullah Gül Başbakan.

Mart 2003 Tayyip Erdoğan Başbakan.

Temmuz 2007 AKP %47 oy oranıyla ikinci kez
tek başına iktidar.

Ağustos 2007 Abdullah Gül Cumhurbaşkanı.

Temmuz 2007 AKP %47 oy oranıyla ikinci kez tek başına iktidar. Şubat 2008 Türban üniversitelerde artık serbest.  
 
 
 
  
  
 

 

Gerici türban darbesi

Türkiye gerici bir türban darbesine şahitlik ediyor.

Türbanı serbest bırakmak için Anayasa değişikleri Meclis’ten geçti. AKP-MHP-DTP koalisyonu bunu bir “özgürlük meselesi” ilan etti. Sırada YÖK Yasası’nda değişiklikler yapmak var.

Ancak unutulan bir şey var. Daha önce başta Turgut Özal döneminde olmak üzere defalarca kez Meclis “türbana özgürlük” yasası çıkardı. Fakat Anayasa Mahkemesi bunların hepsini iptal etti.

Gerekçe basitti. Kaynağını Şeriattan alan türban dayatmasının, Anayasa’nın değiştirilemez ilk üç maddesinde güvence altına alınan laik rejimde asla yeri yoktur.

Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararları, laiklik maddesi Anayasa’dan çıkarılmadan türbana özgürlük sağlanamayacağını açıkça belirtmektedir.

Ayrıca şu da not edilmelidir. Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararları da Anayasa hükmündedir. Sonraki kanun düzenlemeleri ve Anayasa Mahkemesi kararları için bağlayıcıdır.

Meclis’teki AKP-MHP-DTP bloğu bu yüzden bilerek Anayasa’ya ve laik rejime karşı bir suç işlemekte hatta darbe girişiminde bulunmaktadır. Tek umutları Anayasa Mahkemesi’nin üye yapısındaki değişikliğin ve yeni başkanın kendi darbelerini bu sefer meşrulaştıracağı düşüncesidir.

Bu ise suçlarını hafifletmemekte, daha da ağırlaştırmaktadır. Gerçekten de Anayasa Mahkemesi’nin başında bugün hukuk fakültesi mezunu bile olmayan biri vardır. Eşi türbanlıdır. Mahkemenin kararı nasıl çıkacak bu yüzden önemli değil. Önceki kararlar zaten bağlayıcıdır.

 

Eğer minareyi çalanlar bu sefer kılıfı hazırladıklarını düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Sadece gerici darbeden dolayı yargılanacakların sayısı artar.

Yoksa türbana Cumhuriyet rejiminde özgürlük yok. Kimse kimseyi kandırmasın. Türban ve laik Cumhuriyet bağdaşmaz. Aradaki çelişkiyi PKK’lıyla MHP’liyi Meclis sahtekârlıkları için yan yana getirerek bile çözemezsiniz.

 

Türban Cumhuriyet düşmanlığının sancağı

Zaten türbancılar da Cumhuriyet’e düşman olduklarını asla saklamadılar.

Şimdi 28 Şubat dönemindeki türban eylemlerini hatırlayalım. Eylemlerdeki pankart ve sloganları: “7.4 yetmedi mi?”, “İçinizdeki laiklik canavarını durdurun”, “Kemalist devlet yıkılacak elbet”, “Örtümüz sancağımız…”

Sonra AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde attıkları sloganı hatırlayalım: “80 yıllık karanlığa son…”

Baştürbancı Tayyip Erdoğan’ın sözlerini tekrar hatırlayalım: “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, laiklik elden gidiyor. Yahu, bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek yahu! Sen bunun önüne geçemezsin ki. Yani zorla bu milletin elinde tutmaya gücün yetmez. Millete rağmen bu yürümez zaten.”

 

Türbancıların tek bir amacı vardır. O da laik Cumhuriyet ile hesaplaşmak. Geri kalan her şey yalandır.

Çünkü türban bir inanç meselesi veya özgürlük sorunu değil. Tarihin hiçbir döneminde de olmamış.

Kaldı ki, dini bir inanç meselesi olarak gören anlayış da zaten laikliktir. Dinin kuralları Ortaçağ’da emirdir. Ve tek hukuk kaynağıdır. Laik düzende ise dinin kuralları inanç ve vicdan çerçevesinde ele alınır. Dolayısıyla laik hukuk her türlü kamusal düzenlemede sahip olduğu yetkiyi bu alanda da istediği gibi kullanır. İnançların kamuya ne kadar yansıtılabileceğine karar verir. Gerektiğinde sınırlar. Gerektiğinde ibadet alanları belirler. O alanlarla ilgili kuralları da saptar.

Osmanlı’nın son yüzyılında ve Cumhuriyet tarihi boyunca bu kavga bitmedi. Bir tarafta emperyalizmin desteklediği gericiler, diğer tarafta vatanını savunan ve çağdaş bir düzen isteyen ilericiler, devrimciler.

Ve ne zaman vatan tehlikeye düşse, milliyetçiler vatan için ayağa kalksa; gericiler hep aynı neden ile kıyam etti: “Din elden gidiyor.”

31 Mart Ayaklanması’nda da böyle oldu, İstiklâl Savaşı yıllarındaki gerici isyanlar sırasında da böyle oldu. Musul’u vatan toprağını kavuşturmamıza ramak kalmışken de aynı cerahat ayaklanmıştı.

Emperyalizmin paralı köpeklerinin ağzında 200 yıldır hep aynı kirli yalan: “Din elden gidiyor. Kadınları soyacaklar. Çarşafları yırtıyorlar. Camiler ahır olacak.”

Bugün Türkiye yok edilmek isteniyor. PKK Meclis’e girmiş. Türklük devletin Anayasası’ndan çıkarılmak isteniyor. Topraklarımız satılıyor. Ama gerici cephe 200 yıldır çıkardığı o uğursuz hırıltıyı kesmiyor. Yine avaz avaz bağırıyorlar: “Türban inancımızın simgesidir.” Baştürbancı ekliyor: “Gazetelerde her türlü ahlaksızlık var, çırılçıplak fotoğraflar basılıyor.”

Değişen hiçbir şey yok. Tekerlemeler hep aynı.

Türban uğursuz bir bayraktır. Türk bayrağına, Atatürkçü Türkiye Cumhuriyeti’nin ay yıldızlı bayrağına karşı her türden Kürt-İslamcı emperyalist uşağının altında toplandığı gericilik sancağıdır.

Bugün kendilerine demokrasi ve özgürlük cephesi diyorlar. Yalan! Tarih boyunca kirli yüzünüzü çok gördük. Sizi iyi tanıyoruz. Kara sancak altında toplanan mürteci cephesinin üstüne al bayrağı sallayacağız. Haşarata en iyi çözüm budur.

Üniversiteleri yok edip,
Taliban medresesi kuracaklar

Bugün üniversiteler hedefte. Çünkü yobaz cephe üniversiteleri ele geçirilemeyen son kale olarak görüyor.

Gerçekten de haklılar. Cumhuriyet’in ele geçirilemeyen iki kalesi kaldı. Biri Türk Silahlı Kuvvetleri diğeri ise Cumhuriyet üniversiteleri...

Yargı gericiliğe ve faşizme karşı direniyor. Ama faşist kadrolaşmayla yakında orayı ele geçirebileceklerini düşünüyorlar.

Ama bu kadrolaşmanın önündeki en büyük engel, üniversitelerin özellikle 28 Şubat’tan sonra laik bir anlayışla silkinmesi ve gericiliği geçici de olsa püskürtmesidir.

Şimdi birkaç koldan üniversitelere saldırılıyor. Bu sene karar yılı olacak. Üniversite düşecek mi, ayakta mı kalacak?

Türban eğer üniversiteye girerse Cumhuriyet’in bayrağını burçlardan indirip gericiliğin kara sancağını dikecekler. Kimileri üç beş türbanlı kızın ne yapabileceğini soruyor. Bu büyük bir aldatmacadır.

10 bin kişilik bir kampusta 100 tane türbanlı bile orayı Şeriatın gösteri alanı haline getirmeye yeter. 100 kişilik aynı üniformayı giymiş, tarikat hiyerarşisine uyan, arkasında iktidar ve sermaye gücünü almış milis kuvveti, değil 10 bin kişiyi, 100 bin kişiyi bile sindirir. İnanın o 100 kişi bir yıl içinde 10 kat artacaktır. Kapanmamak çok büyük bir cesaret işi olacaktır.

İş tabii türbanla bitmeyecek. Bu sene İmam Hatiplileri üniversitelere sokacaklar. Hukuk ve Kamu Yönetimi bölümlerine doluşan İmam Hatipliler, çoktan İmam Cumhuriyeti’ne dönüştürülen AKP bürokrasisi için yeni faşist kadrolar olarak yetişecek.

Tek engel kalıyor. O da direnecek bazı Atatürkçü rektörler ve öğretim üyeleri. Sorun değil. Abdullah Gül zaten son birkaç aydır bu meseleyi çözmeye başladı. Rektörleri Cumhurbaşkanı atıyor. Çok değil 2 yıl sonra ilahiyatçı veya tarikatçı olmayan tek bir rektör kalmayacak. Atatürkçü hocalar ve hatta bırakın Atatürkçü olmayı, tarikatçı olmayı başaramayan sıradan öğretim üyeleri bile kapı önüne konacak.

Böylelikle 150 yıldır kin besledikleri çağdaş yüksek öğrenim kurumları yok edilmiş olacak. Amaçları medreseler kurmak ve Afganistan’daki gibi köle zihniyetli medrese öğrencisi Talibanlar yetiştirmek.

İlköğretim ve ortaöğretim zaten ellerinde… Üniversiteler düşünce laik Cumhuriyet düşecek. Kavganın şiddeti ve yobaz faşistlerin ısrarcılığı buradan kaynaklanıyor.

Bu önümüzdeki bir yıl çok hayati. Eğer faşist darbe engellenmezse Türkiye’nin bir değil birkaç kuşağı yok edilecek. Bu aynı zamanda Türkiye’nin de yok olması demektir.

Türbancıların gerçek amacı faşizm

Türbancılar bugün “bireysel özgürlük, inanç meselesi, din ve vicdan özgürlüğü” gibi laik kavramları Şeriatçı propaganda için kullanıyorlar.

Onlara göre özgürlük herkesin inancını uygulamasıdır. Dolayısıyla inanç kanundur. Zaten tek inanç vardır. Çünkü nüfusun %99’u Müslüman’dır. O tek inanç da Şeriattır. Şeriatın ne olduğunu da ancak kendileri karar verir. Böylelikle demokrasi adına Şeriat diktatörlüğü ilan edilebilir.

İşte gericinin düz mantığı bu. Ya kendilerini çok akıllı sanıyorlar ya da insanlığı kendileri kadar geri kalmış ve cahil sanıyorlar. Beyler, 11. yy.’da kalmış, ancak Yunan Aristo’dan aşırma düz mantık geriliği 21. yy.’da tutmaz.

Baştürbancı sürekli din konusunda mürekkep yalamaktan, ulemadan bahsediyor. Emperyalistlere yalakalık konusunda rakip tanımazsınız kabul. Ancak ev hanımları bile sizden daha iyi din bilgisi sahibidir. En azından sabah programlarında Yaşar Nuri Hoca’yı dinliyorlar.

Türban konusunda gerçek niyetlerini dine sığınarak gizlemek istiyorlar. Ancak kendilerini daha da çok ele veriyorlar.

Eğer türbanı özgürleştirmekteki tek referansları dinsel özgürlük ise, gerçek amaçlarının özgürlük değil, tam tersine faşizm ve diktatörlük olduğunu açığa vurmuş oluyorlar.

Çünkü tarih boyunca din adına fetva verenlerin ve bunu kanun düzeni haline getirmeye çalışanların hepsi, vicdan özgürlüğü dâhil her türlü bireysel özgürlüğün gerçek düşmanı olmuştur.

Bugün din adına türbana özgürlük isteyenler, yarın din adına çarşafa da özgürlük isteyecekler. Sonra din adına haremlik ve selamlık uygulaması talep edenler ortaya çıkacak. En sonunda türbansız gezenler bizim din ve vicdan özgürlüğümüze saldırıyor denecek. Reklam panolarına saldıran sokak serserileri, gazete sayfalarındaki açık bulduğu resimlere bakmaktan kendini alamayan ama etrafına da namus dersi vermeye kalkan baştürbancı o zaman eyleme geçecek.

Birileri dini referans kabul edip, laik hukuka kendi duruşunu dayattığı gün bu işin sonu yoktur. Laiklik ve Şeriat aynı anda hüküm süren iki hukuk sistemi olarak yaşayamaz. Osmanlı bunu denemiş ve çok kısa sürede yıkılmış.

Şeriat laikliği hemen yok eder. Ya da laiklik Şeriatçılığı yok etmek zorundadır. Aksi takdirde İran’da Şii Şeriatçılığının, Suudi Arabistan’da Sünni Şeriatçılığının gösterdiği gibi Müslüman olma ama farklı mezhepten olma özgürlüğü bile kalmaz.

 

AKP’nin amacı faşist bir rejim kurmaktır. Türban bu faşist rejimin hem giysisi olacaktır, hem de laik hukuku parçalayan ilk balyozu.

“İlim icabı” kanunlar Meclis’ten çıkıyor. Mürekkep yalamakla övünen baştürbancı bir imam ilk şeri hukuk uygulamasını türban kanunlarıyla deniyor.

Biz ise Atatürk yolundan gidenler olarak artık onun kararlılığını göstermek zorundayız. “Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez.”

Bu işi Cumhuriyet’in fiili gücü çözer. Yine Atatürk’ün dediği gibi “fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”

 

Gericiliğe özgürlük
Cumhuriyet’e ölüm demektir

Gericiler faşizme yürürken demokrasi ve özgürlük maskelerini kullanıyorlar. Ancak özgürlükten kastettikleri Cumhuriyet’e saldırma, demokrasiyi önce kullanıp sonra yok etme, ulusal egemenliği yıkma, toplumu geriye götürme ve sömürgecilerin kölesi yobaz bir rejim kurma özgürlüğüdür.

Ortak düşmanları Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti olunca, bu sözde özgürlük ve demokrasi cephesinde sadece yobaz faşistler değil, MHP’li ırkçılar, PKK’lı bölücüler, Amerikancı liberaller ve İkinci Cumhuriyetçiler de toplanıyor.

 

İş öyle bir noktaya kaldı ki, Cumhuriyet’i savunan biz devrimciler, gerçek özgürlüğü ve demokrasiyi sözde liberal ve demokratlara karşı da savunmak zorundayız.

Bugün artık, Türkiye nerede hata yaptı, faşist tehlike nasıl bu kadar büyüdü, gericilik ülkeyi nasıl avucunun içine alabildi diye sormak zorundayız.

Bunun tek bir nedeni vardır. O da Atatürk’ün gericiliğe asla en küçük özgürlük hakkı tanımayan tavizsiz devrimcilik anlayışının terk edilmesidir.

Ne yazık ki 11 Kasım 1938’den itibaren bu anlayış terk edildi. Önce İsmet İnönü CHP içinde gericilerle anlaşmaya, onları sisteme dâhil ederek uzlaşmaya yeltendi.

Bu korkunç hatanın sonucu çok kısa sürede ortaya çıktı. Tarikatlar, aşiret reisleri ve ağalar DP’yle iktidara oturdular.

Bundan sonra Türkiye geri dönülmez bir yola girdi. Gericiliğin elde ettiği her taviz, kazandığı her yeni özgürlük alanı, halkın esareti, ilericiliğin ve Cumhuriyet’in yok edilmesi anlamına geldi.

 

Çok kısa bir sürede gericilik o kadar büyüdü ki, artık yeni mevzi kazanmak değil tüm rejimi yutmak istiyorlar. Gericiliği büyüten merkez sağ yok oldu. Gericilikle mücadele etmeyen merkez sol da yok oldu. Türkiye hızla İranlaşmaya, Talibanlaşmaya doğru ilerliyor.

 

Bu yüzden eski hataları yineleyecek vakit ve lüks kalmadı. Gericiliğe hiçbir özgürlük ve demokrasi hakkı tanınamaz.

Türbanın çözümü uzlaşma değildir. Çünkü Türkiye’de bir türban sorunu değil gericilik sorunu vardır. Gericilik ile mücadele ise uzlaşılarak değil, her türlü kaynağı yok edilerek verilir.

Atatürk’ün çözümü basittir. İstiklâl Mahkemeleri sorunun en kansız, en kestirme ve en demokratik çözüm yoludur.

Atatürkçüler Atatürk’ün çözümlerini savunmalıdır. Aksi takdirde Türkiye’de Türklük ve Atatürkçülük en kanlı şekilde Kürt-İslam faşizmi tarafından yok edilecek.

İstiklâl Mahkemeleri TBMM’de kanunlaşırken, Atatürk’ün hiç değişmeyen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt meseleyi çok basit özetlemiştir: “Özgürlüğün kaderi gericiliğin elinde oyuncak haline gelmek olamaz.”

Mustafa Kemal:
Devrimi koruyacak
sert önlemlere ihtiyacımız var

Mustafa Kemal Atatürk“Hocaları memnun edelim, İslam alemini memnun edelim, herkesi memnun edelim dersek amacımıza ulaşamayız. İşi, günün koşullarına göre düzenleyenler esaslı devrim yapamaz. Bugünkü sefalet ve rezalet içinde esasen kimseyi memnun etmeye olanak yoktur. Ülke gelişmiş, ulus zengin olduğu zaman herkes memnun olur.

Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı; Türkiye Cumhuriyeti halkını tam çağdaş ve tüm anlamı ve görünümüyle uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen zihniyetleri darmadağın etmek zorunludur. Şimdiye değin ulusun beynini paslandıran, uyuşturan bu anlayışta bulunanlar olmuştur. Zihinlerde olan bütün hurafeler bütünüyle çıkarılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyinlere gerçek bilgileri taşımak olanaksızdır.

Devrimimiz henüz yenidir. Kökleşip benimsenmesiyle ilgili konularımız ancak ileride karşılaşacağımız olaylarla gerçekleşecek ve sağlamlaşacaktır. Fakat şimdi şuna emin olmalısınız ki, bugün başına şapka giyen, sakalını bıyığını tıraş eden, smokin ve frakla toplum yaşamımızda yer alanlarımızın çoğunun kafalarının içindeki zihniyet sarıklı ve sakallıdır.

(...)

Biz büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumları yıktık. Bunların binlerce yandaşı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir. En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için sert önlemlere başvurulmuştur. Bize gelince devrimi koruyacak önlemlere daha çok gereksinimimiz vardır.

Tayyip çarşafı tüymek için taşıyor

Baştürbancı beyaz çarşafla dolaştığını ilan etmiş. Ne zaman rejim tartışmaları alevlense, baştürbancıyı hep bir telaş alıyor. “Öfke bir hitabet sanatıdır” diyor ama öfkeyi adeta korkusunu saklama sanatı olarak kullanıyor.

Korku ve telaş suçluluk psikolojisinin ürünüdür. Anayasal laik düzene karşı gerici ve faşist bir darbe tertipliyorlar. Suçlarını biliyorlar. O yüzden korkuyorlar.

Meclis’te kanunlaştırdıkları metinler Yüce Divan açısından paha biçilmez suç delilleri niteliğindedir. Önce partileri kapanacak, sonra da kendileri yargılanacaklar. Kaçış yok.

Sağcı politikacı korkak olur. Çünkü emperyalizmin ve sermayenin arkasındaki desteğinin biraz azaldığını hissedince adeta uçurumun kenarındaymış gibi hisseder kendini.

Uğruna ölünecek bir dava ve halk için mücadele eden devrimcilerden farkları budur.

Ölümden çok korkarlar ve hep bunu saklamak için tersinden propaganda yapmaya çalışırlar. Öteki dünyadan, ahiretten bahsederler.

Devrimcilerin en büyük korkusu ise vatan ve uluslarının yok olmasıdır. Kişisel bir davanın değil, milli bir davanın neferleridir. Örneğin Atatürk defalarca ölümle burun buruna gelmiş, boynunda idam fermanıyla İstiklâl Savaşı’nı yürütmüştür. Ama hiçbir zaman bunun propagandasını yapmamıştır. Hatta idam edileceği için en yakın arkadaşlarının etrafından uzaklaşmasını doğal karşılaşmış ve kimseyi Nutuk’ta bile bundan dolayı suçlamamıştı. Suçlamaları hep vatana ihanet veya kayıtsızlık temelindedir.

Sağcı ve gerici politikacılar hep Menderes’i örnek gösterir. “Bir bayramlık, bir idamlık gömlek” hikâyeleri anlatırlar. Ama Menderes ipe giderken etrafı saran pis kokuyu da unutturamazlar.

Laiklik düşmanı eylemlerinin muhtemel sonucu baştürbancıya hatırlatılınca Parti Meclis toplantısında yine benzer bir konuşma yapmış: “Biz o beyaz çarşaflarla beraber yola çıktık…”

Bunun üzerine Bülent Arınç başta olmak üzere tüm AKP’liler duygulanıp ağlamaya başlamış.

Bizi ise bir kahkaha bastı. Şundan dolayı…

 

İlk olarak AKP’lilerin türban zaferi ilan ettiği günde bile salya sümük ağlaması Cumhuriyet’in mirası ve gücü karşısında ne kadar aciz ve korkak olduklarını gösteriyor.

28 Şubat sürecinde “başörtümüz onurumuzdur” diyen mürtecileri hatırlıyoruz. Birkaç binle başlattıkları Cuma eylemleri birkaç on kişiye kadar düşmüştü. En sonunda “hüzünlü bir veda” başlıklı ağlamaklı bir bildiri dağıtıp kafalarına komik bir peruk takarak içeri girmişlerdi.

 

AKP’liler daha bugünden ağlamaya başladı.

İkincisi, baştürbancı çarşaftan bahsederken, Arınç ve AKP’lilerin zannettikleri gibi Menderes’e gönderme yapmıyor. Vahdettin’e öykünüyor. Biliyorsunuz beyaz kefen bezi veya idam gömleğinin anlamı başkadır, çarşafın anlamı başka.

Baştürbancı kızını türban meselesinden dolayı ABD’ye gönderdiğini söylüyor. Oğlunda mı türbanlı diye çok soruldu kendisine. Ama maksat şimdi belli oldu. Vahdettin gibi bir gün çarşafa bürünüp, Türkiye’den tüymeyi düşünüyorlar anlaşılan.

Önlemler şimdiden alınsın. Havaalanlarındaki tüm beyaz çarşaflılar denetlensin. “Olmaz, mahreme saygı” diyorlarsa bayan polisler görev yapabilir.

Aman yine de dikkat, çarşafın altından bir bıyıklı çıkabilir.

 

Atatürk’ün Türklere verdiği ödev: Gericiliği tepelemek

Ya gericilik bizim elimizde son bulacak, ya da Türk Milleti olarak biz gericiliğin elinde yok edileceğiz.

Gericiler tarih boyunca emperyalizmin milletimizi esir haline getirmek ve yok etmek için kullandığı kuklalar oldu.

Emperyalizmin en büyük düşmanı ulus ve ulusun direnme gücüdür. Bu yüzden ulusa düşman her türlü güçle işbirliği yaparlar. Emperyalizmin sermaye ortağı olan kompradorlar toplumun çok küçük ve tecrit bir kesimini oluştururlar. Dolayısıyla halkı kandırmak veya baskı altına aldırmak konusunda Batıcı liberallerin yapabilecekleri çok sınırlıdır.

Bu yüzden emperyalizm etnik bölücüleri ve Şeriatçı gericileri kullanmadan bir ulusu parçalayamaz, sömürgeleştiremez. Emperyalizme karşı direnişin tek çağdaş dinamiği olan ulusu, gericiliğe mahkûm ederek etnik ve mezhepsel parçalara bölmek isterler.

Bugün baştürbancı türban konusunda basını ve muhalefeti tehdit ederken, “Ben zalime ve zulüme düşmanım, asla zalimi alkışlamam” diyor.

Zalimden kastettiği tabii ki iki üç ayda bir kapısına koştuğu ABD ve İsrail değil. Türk Devletini ve laik hukuku zalimlik olarak nitelendiriyor.

Tarihin her döneminde gericiler Türklüğe karşı oldu. Türk devletini de hep kâfir gördüler. Bugün de aslında sadece Türk varlığının değil, Türk kadınının özgürlüğünün ve namusunun baş düşmanı mürteci sapıktır.

Daha geçtiğimiz gün Tarsus’ta, okul üniforması olan eteği giydiği için 13 yaşındaki bir ilkokul öğrencisinin bacaklarına kezzap döken sapıkların karşısında boyun eğecek miyiz?

Türk kadınının namusuna ve iffetine hakaret eden, dil uzatan Kürt-İslamcılara seyirci kalacak mıyız?

Kıbrıs’ı Rumlara, Musul’u Barzani’ye, Güneydoğumuzu ABD uşağı Kürtlere, Ege kıyılarımızı Rumlara, İstanbul’u emperyalistlere teslim etmeye niyetlenen Potamyalıların, Mezopotamyalıların, Ermenistanlıların din adına Türk Milleti’ni yok etmesine izin verecek miyiz?

Türkiye bir Türk Devleti olarak, Türk vatanı olarak mı kalacak? Yoksa ABD sömürgesi Federe Kürt-İslam Devleti mi olacak?

Sorun “türban sorunu” değil. Sorun Türkler açısından “emperyalizm ve gericilik sorunu.” Sorun onlar açısından “Türk sorunu.”

Sorunun Türkler açısından tek bir çözümü var. Atatürk çözümü:

“Gericiliği nerede görürsem tepelerim, tepelerim, tepelerim.”

Atatürk: Kadınlarımız yüzlerini dünyaya göstersinler

Mustafa Kemal AtatürkAtatürk’ün türban hakkındaki görüşü:
“Kadınlarımız yüzlerini dünyaya göstersinler”

Şapka giyilmesine dair devrim kanunu Meclis’te görüşülmeden evvel Mustafa Kemal çıktığı yurt gezisinde, İnebolu’da şu konuşmayı yapar:

“Kadınlar hakkında, izin verilirse, bir iki kelime söyleyeceğim ve siz söylemek istediğimi kolaylıkla anlayacaksınız. Yolculuğum sırasında köylerde değil, özellikle kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok kalın ve özenle kapatmakta olduklarını gördüm. Özellikle bu sıcak mevsimde bu tarzın kendileri için kesinlikle işkence ve sıkıntı yarattığını tahmin ediyorum.

“Erkek arkadaşlar, bu biraz bizim hodbinliğimiz eseridir. Fakat değerli arkadaşlar, kadınlarımız da bizim gibi kavrayışlı ve düşünceli insanlardır. Onlar yüzlerini dünyaya göstersinler. Ve gözleriyle dünyayı dikkatle izleyebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur.

“Arkadaşlar, korkmayınız, bu gidiş zorunludur. Bu zorunluluk bizi yüksek ve önemli bir sonuca ulaştırıyor. İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için gerekirse, bazı kurbanlar da verelim.”

“Özgürlüğün Kaderi, Gericiliğin Elinde Oyuncak Haline Gelmek Değildir”

Şapka Kanunu’nun çıkışı çok tartışmalı olur. Şapka giyilmesine dair kanun teklifinin Anayasa’ya, insan haklarına ve kişi dokunulmazlığına aykırı bir zorlama olduğunu belirten Bursa Milletvekili Nurettin Paşa’ya karşı, Muş milletvekili İlyas Sami Bey şöyle konuşur:

“Devrim nedir, TBMM nedir, Nurettin Paşa bunlardan hiçbir şey anlamamıştır. Oysa devrim bir seldir, önüne geçenleri yıkar, devirir geçer, kimseyi bırakmaz.”

Konya Milletvekili Refik Bey, Nurettin Paşa’nın önergesinin masum olmadığını belirtir:

“Sivas’ta, Erzurum’da şurada burada bazı masumlar, sırf burada söylenen kışkırtıcı, gerici fikirlerin etkisiyle aldatılarak, kanunlara karşı hareket ederek suçlu duruma düşmüşler, mahkum olmuşlar, bunlardan bazıları idam bile edilmişlerdir. Nurettin Payı, amacını böyle elde etmiştir. Bunun yeri burası değildir, İstiklal Mahkemesi’dir, Necati’nin yanıdır.”

Adalet Bakanı Mahmut Esat ise, “Özgürlüğün kaderinin gericiliğin elinde oyuncak haline gelmek olmadığını” vurgular.

“Öyle Meseleler Vardır ki, Milletler Tartışmaz, Yıldırımlar Saçarak Hükmünü Verir”

Rize Milletvekili Ekrem Bey çok daha sert konuşur:

“... Sizin bir Devrim Meclisi olmanızdan tereddüt ediyorum. Şimdiye kadar milletvekili olduktan sonra Meclis’te biricik önerge verme fırsatını Şapka Kanunu’na bulan Nurettin Paşa’yı burada sabırla dinlediniz. Arkadaşlar eğer siz bir Devrim Meclisi olsaydınız burada mali bir kanun tartışır gibi onunla tartışmayacak, o adamı söyletmeyecek ve derhal milletvekilliğinden çıkartacaktınız. Erzurum’da bir olay meydana geldi, birkaç kişi şapka giyilmesine karşı çıktı. İsyan oldu, bunlar ne oldular? Kışkırtıcıları asıldı fakat karşınızda bunu bilen ve yapan bir adam vardır. Bu, alenen şapka giyilmez, Şapka Kanunu olmaz diye, haliyle, diliyle, önergesiyle sizi teşvik ediyor. Siz bu fikirleri olgunlukla dinliyorsunuz. Bu asılan adamlar ile bunun arasındaki fark, onların cahil köylü, bunun okumuş paşa mı olmasıdır? Öyle meseleler vardır ki, milletler tartışmaz, fikir yürütmez, yıldırımlar saçarak hükmünü verir.”

 

Atatürk’ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt:
Hiçbir halkın geri gitme hakkı yoktur!

Mahmut Esat BozkurtMahmut Esat Bozkurt, İstanbul Üniversitesi’nde verdiği derslerde hiçbir halkın geri gitmeyi isteme hakkı olmadığını şöyle anlatıyordu:

Egemenlik haklarına dayanarak bir milletin gerileme, geri gitme hakkı yoktur.

Çünkü geriler, ilerilere nispetle birer kötülüktür. Hayat gerilerde değil, ilerdedir.

Hayat kötülüklerde değil, ilerilerde, iyiliklerdedir. Gerilerde ölüm vardır.

Bir millet öleceğim diyemez. Yaşama ve yaşatma ilerilerdedir. Bir milletin yaşama ve yaşatma hakkı vardır. Bir millet yaşayacağım diyebilir.

Cumhuriyetten hilafete, saltanata, krallığa inmek şöyle dursun, meşrutiyete bile dönmek bir milletin hakkı olamaz.

Çünkü böyle bir durumda millet, kendi egemenliğinden kısmen olsun feragat etmektedir.

Amaç, egemenlikten kısmen feragat değil, egemenliği her yönden tamamen elde etmektir.

Biz, Cumhuriyeti bile bunların ilerisidir diye benimsemiş bulunuyoruz.

Eğer insan haklarını ve ulus egemenliğini Cumhuriyetten fazla gerçekleştiren bir rejim keşfedilecek olursa bizim onu kabule hazır olduğumuza şüphe yoktur.

Hatırlarda kalmaya değer ki, modern demokratik anlayışa göre halk iradesi, ulus egemenliği bölünemez, egemenliği kısmen veya tamamen kaybeden milletler hürriyetlerinden vazgeçmişler demektir.

Halbuki modern anlayışa göre insanlar hürriyetlerinden tamamen değil, kısmen bile vazgeçemezler.

Bir ferdin, bir milletin ‘Ben hür olmayacağım, esir olacağım’ demek hakkı yoktur.

Bir ferdin, bir milletin yalnız ve ancak ‘ben hür olacağım’ demek hakkı vardır.

Akla şöyle bir soru gelebilir:

İnsanlar ve milletler kendilerine ait olan hakları istedikleri gibi kullanamazlar mı?

Kullanırlar fakat bu kullanma bir şartla mümkündür. İleriye, yükselmeye, yaşamaya doğru…

Bu haklar geriye doğru, ölüme doğru asla kullanılamaz.

Hem bir neslin, gelecek nesiller üstünde doğru tasarruf hakkı nasıl kabul edilebilir?

Bir nesil, gelecek nesiller üzerinde fenalığa doğru nasıl hükmedebilir?

Nasıl olur da bir nesil, gelecek nesillere bir esaret mirası bırakabilir?

 

 

0 Comments

Add a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Restore Defaults
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol