Resist the Devil and He Will Flee (Text Only) | Resurrect

KAYIP BOLGE

YEŞİL SAHALARDA YEŞİL FAŞİZM

Şeriatçı basından Şeriat propagandası:
Dualarla kazandık!
Bu zafer futbolla değil, 70 milyonun duasıyla kazanıldı
Cuma namazına giden oyuncular büyük ilgiyle karşılaştılar İnancın zaferi
Futbol Federasyonu Başkanı Hasan Doğan ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Murat Başeskioğlu, turnuva süresince her cuma Milli Takım’ın tümünü birden toplayıp cuma namazına götürdüler. Şeriatçılar ne zaman bir sendikacının demecine ihtiyaç duysa Mustafa Başoğlu’na başvurur. Başoğlu’ndan bir Şeriatçı bomba daha: Zafer milletin duası ve futbolcuların gayretiyle gelmiş!
Tuncay Şanlı golden sonra ellerini açarak dua etti Zaman’da çıkan haber:
Tuncay golden sonra
dua etmiş!
Avrupa Kupası’nda Tayyip Şov
Bu alın teri öpülür
Ülkenin buna ihtiyacı vardı Avrupa Kupası’nda Tayyip Şov

Turkuaz değil “Türk’ü az” forma

Bir millet düşünün ki, ay yıldızlı bayrağıyla yüzyıllarca Avrupa’ya hükmetmiş.

Bir millet düşünün ki, Avrupalı emperyalist efendilerin sömürgeci rüyalarını denize dökerken ay yıldızlı bayrağı yüksekte tutmaktaymış.

Bir millet düşünün ki, Çanakkale’de dünyanın gelmiş geçmiş en büyük filolardan biri sayılan İngiliz-Fransız donanmasını geri püskürtürken ay yıldızlı bayrağına sarılmaktaymış.

Bir millet düşünün ki, AB ve ABD’nin silahlandırıp desteklediği PKK’ya karşı verdiği mücadelede şehit düşen Mehmetçiği hep ay yıldızlı tabutlarda taşımış.

Ve bir millet düşünün ki, Atatürk döneminde oynanan ilk milli maçtan beri forması hep kırmızı beyaz kalmış... Doğal olarak...

Kırmızı ve beyaz... Ay ve yıldız... Türk demektir tüm dünyada. Ve tüm tarihte.

Ama onlar “milli” takımımızın formasındaki ay yıldızla kırmızı beyaza bile dayanamayıp formasını “turkuaz” yaptılar.

Ama Milli Takıma Kürt-İslamcı müdahalenin sınırları bununla sınırlı değil elbette.

Türk Milli Takımı Avrupa Kupası’nda yarı finalist olarak tarihi boyunca elde edemediği bir başarıya sahip oldu.

Ancak Milli Takımın artık milletin değil, bir ümmetin takımı haline geldiğini üzülerek görüyoruz.

Milli olan her şey hani günahtı?

Şeriatçıların iktidara geldiği 2002’den beri Atatürkçülere ve milliyetçilere yönelik büyük bir ideolojik saldırı söz konusu. Milli olan her şey küçümsendi yıllardır. Yıllarca Şeriatçı basınla Aydın Doğan’ın İkinci Cumhuriyetçi basını Türk Milletinin bayrak sevgisini hep eleştirdi.

O kadar ki, Türk Milletinin PKK terörüne tepki olarak evlerinin balkonlarına astığı bayraklar bile sorun oldu.

Ellerinde bayraklarla Cumhuriyet mitinglerine katılanlar ırkçılıkla suçlandı.

O kadar ki, PKK’lıların ve her türden AB’ci-Amerikancının “Hepimiz Ermeniyiz” diye eylemler yaptığı günlerde TÜRKSOLU “Hepimiz Türk’üz, Hepimiz Mustafa Kemal’iz” diye sokaklara döküldüğünde de aynı saldırılarla karşılaşmıştı: “Irkçılar, bölücüler, çağdışılar.”

Öyle ya, küreselleşen dünyada artık milli olan her şey çöpe atılmıyor muydu? Her tür milli duygudan “arınıp” evrensel değerlerin peşinden koşmamız gerekmiyor muydu...

Milliciliğin de, milliliğin de her türlüsünün aşağılandığı günleri hatırladık da bir an.

Ve Yeni Şafak’ın spor sayfasına attığı şu manşeti de: “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!”

Hani milliyetçilik geri kalmış bir düşünceydi? Hani Türkiye’de yaşayanların tümüne Türk denemezdi? Hani üst kimliğimiz Türkiyeli olmalıydı...

Yıllardır pervasızca milli olan her şeye saldıran Şeriatçı basın ne oldu da bir anda Milli Takımcı oluverdi?

Ellerinde bayraklarla sokaklara dökülen milyonlarca Türk’ü eleştirenler şimdi niye alkışlıyor?

Elinizde bayrakla şehit cenazesine katılmak suç. Cumhuriyet mitingine katılmak daha büyük suç. Evinize bayrak asarsanız Türk olmayanları rencide etmiş olursunuz, çok çok büyük suç. Ama Milli Takım yarı finale çıkınca kapın bayraklarınızı meydanlara koşun...

Tayyip’in futbol sömürüsü

Ve seyredin Tayyip’in nasıl sevindiğini...

Çeyrek final maçını Tayyip Erdoğan da izledi. Hatta boynunda Milli Takımın atkısı vardı. Maçtan sonra da soyunma odasına inip oyuncuları tek tek kutladı.

Ancak bu basit bir futbolu kullanma meselesi değil.

Bilindiği gibi gerek Türkiye’de, gerekse bütün Üçüncü Dünya ülkelerinde futbol iktidarların halkı uyutmak için kullandığı yöntemlerden birisidir. Milletlerin futbola yönelik ilgisi ve sevgisi Üçüncü Dünya’nın Amerikancı faşist liderleri tarafından sık sık kullanılır.

Ancak Tayyip’in yaptıklarını bir başbakanın milli takımının başarısını kendine mal etme ve o başarıyı sömürme çabasından ayırt etmek gerekiyor.

Karşımızda bütün Türkiye’de kurulmak istenen rejimin futbola olan yansıması bulunuyor.

Toplumda, siyasette, ekonomide, kültürde nasıl her şey Kürt-İslam faşizminin saldırısı altındaysa, futbol da aynı saldırıyı yaşıyor.

Üstelik Futbol Federasyonu’nun özerkliği FIFA’nın ve UEFA’nın zorlamasıyla garanti altında. Buna rağmen Haluk Ulusoy’un ardından Hasan Doğan’ın başkanlığında Türkiye Futbol Federasyonu da Kürt-İslam faşizmine teslim olmuş oldu. Tabii Çankaya’nın, YÖK’ün de Kürt-İslam’a teslim olduğu bir Türkiye’de özerk ve bağımsız bir federasyondan bahsedemezsiniz.

Tabii yalnızca Federasyon değil, futbolun tümü adım adım Kürt-İslam faşizminin eline düşüyor. Küçük yerel takımlar zaten AKP’li belediyeler eliyle çoktan Kürt-İslam takımları oldular. Futbolcular arasında da tarikatların yoğun faaliyeti biliniyor.

En siyaset dışı olması gereken ya da öyle olduğu düşünülen “üç büyükler”de bile durum farklı değil.

Galatasaray zaten yıllardır Hakan Şükür’le birlikte başlayan bir Fethullahçı ağ içinde kıvranıyor.

Kalkavan’ın yönetici olduğu günlerden beri de Beşiktaş aynı işgalin içinde.

Aziz Yıldırım döneminde Fethullahçı örgütlenmeden uzak durabilen Fenerbahçe’nin buna ne kadar direneceğini ise bilemiyoruz. Semih’in Hırvatistan’a attığı golden sonra; “Allah’ın verdiği güçle vurdum” açıklaması, Fenerbahçe’de de çok belirgin olmasa da bir tarikat örgütlenmesinin varlığı için bir ipucu.

Madem futbol dualarla kazanılıyor, Suudilerin niye hiç başarısı yok!

Ancak karşımızda futbol takımlarının Kürt-İslam’a teslim olmasından daha büyük bir tehlike var: Türk Milletinin Kürt-İslam’a teslim olması...

Zaman gazetesinin attığı şu başlığa dikkat çekmek isteriz: “Bu Zafer Futbolla Değil, 70 Milyonun Duasıyla Kazanıldı.”

Şimdi bir futbol oyunu nasıl futbolla değil de başka bir şeyle kazanılır, bunu sormak lazım Zaman’a.

Ama bu propagandanın istisnasız bütün Şeriatçı basında yürüdüğünü vurgulayalım. Örneğin Şeriatçı sendikacı Başoğlu çıktı ve zaferin iki mimarından bahsetti: “Futbolcuların gayreti” ve (sıkı durun) “milletin duası...”

Klasik Şeriatçı propaganda. Çanakkale Savaşı’nı da böyle kazandığımızı iddia etmezler mi?

Neymiş efendim, “Allah Allah” diye saldıran Mehmetçiğin önünde kim durabilirmiş. Ama Şeriatçı zihniyet şunu açıklayamaz: “Allah Allah” diyen Mehmetçik Sarıkamış’ta niye yenildi peki?

Ya da Osmanlı’nın milyonlarca kilometrekare toprağı, Mehmetçik “Allah Allah” demediği için mi yitirildi?

Şeriatçılar yıllardır Türk tarihinden Mustafa Kemal gerçeğini silmek için Çanakkale Savaşı’nın evliyalar sayesinde kazanıldığı propagandasını yaptı durdu. Bu bilim ve akıldışı mantıksızlığın Avrupa Kupası maçlarıyla birlikte tekrar karşımıza çıktığını görüyoruz.

Dualarla maç kazandığımızı düşünenlere söyleyecek çok bir şeyimiz olamaz. Sadece Türklerden çok daha fazla dua okuduğu kesin olan Suudilerin ya da Şeriatla yönetilen başka ülkelerin bugüne kadar futbolda neden başarılı olamadığını a-çıklasınlar yeter.

Dualarla maç kazanıyorsak ülke de öyle yönetilsin!

Ancak maçların dualarla kazanıldığı propagandası, Türkiye’nin Kürt-İslam faşizmine teslim edilmesi gerektiği propagandasına dönüştürülüyor. Bunun farkına varmak lazım.

Öncelikle Şeriatçı zihniyetin altını biraz deşelim.

“Futbolla değil, duayla kazanmak” aslında dua dışındaki her şeyi bir anda anlamsız kılıyor. Madem dualarla maç kazanıyorsunuz, o zaman örneğin bir futbol taktiğine çok fazla ihtiyacınız kalmıyor.

O zaman bireysel olarak da, millet olarak da bir sıkıntınız, derdiniz oldu mu Allah’a ve dualara başvurmak da en iyisi olmayacak mıdır?

Öyleyse bilime yatırım yerine duaya öncelik daha mantıklı gelir. Bu mantıkla ülkeyi de en dini bütün insanlar yönetse daha iyi olacaktır? Öyleyse bırakalım mollalar yönetsin ülkemizi.

Zaten dualar her şeyi hallediyorsa, dua dışındakinin, yani uhrevi hayat dışındakinin de bir önemi kalmaz. O zaman ülkenizi kimin yönettiği de önemini kaybeder.

Gönderlerde ister Türk bayrağı dalgalansın, ister ABD bayrağı, isterse de sözde Kürt bayrağı... Siz yeter ki duanızı edebilin.

Bunların ataları Şeriatçı padişah Vahdettin ülkesini İngilizlere satarken de aynısını düşünüyordu. Ezan susmasın ve kendi tahtı baki kalsın yeterdi onun için.

Ve şu Humeyni’yi sevip Atatürk’ü sevmeyen Şeriatçı kız da aynısını dememiş miydi: “İngiliz yönetimini tercih ederdim. En azından inançlarımızı daha rahat yaşardık.”

İşte emperyalistlerin işgalleri altındaki Üçüncü Dünya ülkelerini Şeriatçı rejimlerle kontrol etmesinin sırrı burada.

Ezilen milletler dua ederek “gerçek” mutluluğa erişsin. Ve emperyalistlerin “malı götürmesine” ses etmesin.

Şeriatçıların duayla maç kazanma taktiklerini Türkiye’nin her tür sorunu için de uygulamalarını bekleriz.

Hayatta her şey -futbol dahil- siyasi

Abdullah Gül’ün türbanlı eşini içine sindiremeyenler, şeref tribünündeki türbanlı bayan hakkında ne düşünüyor acaba?

Abdullah Gül’ün eşinin türbanı problem de, Hasan Doğan’ınki değil mi?

Futbolun siyaset dışı olduğunu, Milli Takımın sonuçta milletin takımı olduğunu, Milli Takımın başarılarından gurur duymamız gerekir diyenlere bu soruları sorarız.

Futbol camiasının adım adım AKP’nin kontrolü altına nasıl girdiğini görmüyor musunuz?

Halbuki hayatın kendisi siyasettir. Hayata dair her şey siyasetin içindedir. Pk çok konuda AKP’ye tavır alanların futbolda niye aynı tavrı almadıklarını açıkçası anlamakta zorluk çekiyoruz. Tayyip’le, Abdullah Gül’le aynı şeye sevinmek bir Atatürkçünün içine nasıl sinebilir?

Ancak soruyu tam tersten sormak lazım: Futbolda bile AKP’ye tavır alamayanlar hayatın geri kalanında hiç alamaz.

Bugün AKP’nin adım adım futbola hakim olmasını içine sindirenler, hatta AKP’nin Milli Takımını ayakta alkışlayanlar, AKP’nin iktidara gelmesini de içine sindirmedi mi aynı şekilde?

Ya da Gül’ün Çankaya’ya oturuşunu...

PKK’nın Meclis’e girmesini de...

Şehitleri de, yasallaşan PKK’yı da...

Hepsini yavaş yavaş içlerine sindirdiler.

Ama biz AKP’yi hiçbir şekilde içimize sindiremediğimiz için Milli Takımın da aslında Ümmi Takım olduğu gerçeğini ortaya koyabiliyoruz.

Ve hayatının hiçbir alanında siyasi tavır alamayanların futbolda da siyasi tavır almamasını doğal karşılıyoruz.

Onlar, bırakın ailelerini, kendilerini bile Atatürkçü mücadeleye katmadılar. Atatürkçülük ve devrimcilik hiçbir zaman hayatlarının merkezinde olmadı ki... Televizyon başında Avrupa Kupası maçlarını izlerken, hayatı boyunca elini vicdanına koymamışların şimdi de koymasını beklememek lazım...

Orhan Pamuk’un Nobel’ine de sevinin...

2008 Avrupa Kupası’nda Türkiye’nin yarı finale çıkması kimin başarısı?

Kimi güçlendirdi, kime yaradı?

Başarıyı kim kullandı?

Futbolu da terk etmeyelim AKP’ye diyenleri duyar gibi oluyoruz...

Ancak bugünkü Milli Takım’ın başarısına sevinenlere şunu sormak isteriz: Or-han Pamuk Nobel aldığında da sevindiniz mi?

Sonuçta Orhan Pamuk da dünya tarihine Türk yazar olarak geçti. Ama Nobel alması Türkiye’de bir tek Türkler tarafından sevinilerek kabul edilmedi.

Türklerin bir eğlencesi futbol kalmıştı. Sağolsun AKP faşistleri onu da elimizden aldı...

Ama merak etmeyin, tüm Türkiye gibi futbolumuz da şu Kürt-İslam işgalini bertaraf edecektir...

 

0 Comments

Add a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Restore Defaults
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol