Resist the Devil and He Will Flee (Text Only) | Resurrect

KAYIP BOLGE

VE MHP SOKAĞA İNDİ

Ordu’ya karşı “ülkücü terör”

Tarifsiz düş kırıklığımızla

Ve ülkücüler sokağa indi... Ama Ordu’ya saldırmak için.

Ve ülkücüler sokağa indi... Ama Ordu’ya saldırmak için.

MHP Genel Merkezi önünde bir protesto gösterisi...

Türbanı serbest bırakan yasal ve anayasal düzenlemelere destek olduğu için MHP eleştiriliyor. “Tarifsiz düş kırıklığımızla…” yazılı bir siyah çelenk genel merkez önüne bırakılıyor. Oldukça barışçıl bir eylem. Sadece çelenk bırakılıyor. Slogan bile yok. Basına kısa bir açıklama yapılıyor.

Yüzlerce polis genel merkezin önünde etten duvar örmüş. Tabii bu polis barikatının MHP’yi göstericilerden korumak için değil, göstericileri MHP’lilerden korumak için oluşturulduğu sonra ortaya çıkıyor.

Birden bir MHP’li polis barikatını aşıp çelenge saldırıyor. Sonra diğeri. Sonra bir diğeri. “Cumhuriyeti ve laikliği korumayı sizden mi öğreneceğiz ulan” sesleri arasında çelenk parçalanıyor. Bir yandan da bilindik MHP sloganı: “Ya Allah Bismillah Allahü Ekber!”

Ve ajanslar haberi geçiyor: “MHP Genel Merkezi önünde arbede.”

Aslında alışıldık görüntülerdi bunlar. MHP’nin çok adam dövdüğü olmuştur. MHP’lilerin çok adam öldürdüğü de… Bu konuda sanırız kimseyi ikna etmek zorunda değilizdir. Üniversitelerden mahallelere, yurtlardan kasabalara, MHP’lilerin kuruluşundan beri yürüttüğü solu ve halkı sindirme saldırılarında sonuçlar çok değişmezdi: Ölüler ve yaralılar. Ve saldırıların peşi sıra yıllardır atılan o slogan: “Ya Allah Bismillah Allahü Ekber!”

Bu slogan dinsel anlamının ötesinde faşist bir anlama bürünmüştür artık. “Ayağınızı denk alın” demektir. “Yoksa ezeriz…”

Ancak MHP’nin kurmaya çalıştığı bu faşist tahakkümü tüm Türkiye zaten biliyor da, MHP Genel Merkezi önündeki bu son eylem neden bu kadar olay oldu peki?

Sorunun yanıtı çelengin üzerindeki imzada yatıyor: “Asker Kökenli Dernekler”

Eyleme şu dört dernek katılıyor: Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD), Türkiye Muharip Gaziler Derneği (TMGD), Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) ve Türkiye Harp Malulü Gaziler, Şehit, Dul ve Yetimleri Derneği (Şehit Aileleri Derneği)

Bilmeyenler olabilir hatırlatalım.

TESUD emekli subay dernekleri arasında Genelkurmay’ın resmen kabul ettiği tek dernektir. TEMAD da aynı şekilde… TMGD ise Genelkurmay’ın bizzat desteklediği gaziler derneğidir.

Şehit Aileleri Derneği ise benzerleri içinde yine Genelkurmay’ın resmen tanıyıp desteklediği tek dernektir. Kuruluşu ise 1915’e kadar uzanır. Yani Çanakkale savaşında şehit düşenlerin yakınları ve o savaşın gazileri tarafından kurulmuştur.

Kısacası dernekler Ordu’nun “sivil kuruluşlarıdır”.

Bir başka deyişle MHP’yi protesto eden ve protestonun ardından “ülkücü terör”e maruz kalan aslında Ordu’nun ta kendisidir.

Parçalanan o çelenk bir kinin, bir husumetin, bir düşmanlığın göstergesi.

MHP’nin laik olmadığı ortaya çıkınca kimileri çok şaşırmıştı.

MHP’nin Ordu düşmanı da olduğu ortaya çıkınca aynı kesimlerin yine şaşırdığını görüyoruz.

Geçtiğimiz sayı “MHP hep türbancıydı” demiştik. Buna bu hafta da “MHP hep Ordu düşmanıydı” cümlesini eklemek gerekiyor anlaşılan.

Bahçeli’den emekli subaylara hakaret: “Küstahlaşan mihrak”

MHP Genel Merkezi önünde yaşananları birkaç “kendini bilmez ülkücü”nün galeyana gelmesiyle açıklamak saflık olur. Nitekim, MHP yönetiminden olayla ilgili herhangi bir özür gelmedi.

Aksine, Bahçeli TESUD’un MHP Genel Merkezine ve milletvekillerine gönderdiği uyarı mektubunu sert bir dille eleştirmekten geri kalmadı: “Partimizin iradesine ve görüşlerine ipotek koymaya yeltenen zihniyetlerin (TESUD’u kastederek) sözde ‘mektup’ adı altında başlattıkları karalama ve telkin kampanyası, bu güne kadar olduğu gibi, bundan sonra da Milliyetçi Hareketin değerli mensuplarında asla ve asla yankı bulmayacak nafile bir çabadır. Bize Atatürk’ü ve Cumhuriyeti hatırlatacak kadar küstahlaşan bu mihrakların arasında, çeyrek asır önce ülkemizdeki demokratik rejimi değiştirmek için fırsat kollayanlar ile Cumhuriyetin yıkılmasını derinden derine planlayanların bulunuyor olması, eski ve yarım kalmış hesapların ve kinlerin tekrar ortaya çıkartılmak istendiğinin bir işaretidir.”

Görüldüğü gibi bırakın siyah çelenk konulmasını, eleştiri mektubu gönderilmesini bile içine sindiremiyor MHP’liler. Adı üstünde, faşist zihniyet...

Açıklamanın bir başka bölümünde ise Bahçeli kendilerini eleştirenleri “ruh sağlığı bozuk” olarak nitelendiriyor: “Çok yönlü bir istismar aracı olarak kullanılan başörtüsü sorunu bugün de gerilim dinamiği olarak görülüyor. Bazı tepkiler demokratik tartışma adabının dışına çıkarak hakaret ve hezeyan boyutlarına taşınmış ve toplumda korku yayma yarışına dönüşmüştür. Tartışmalarda akla, insafa ve hukuka sığmayan suçlamalarda bulunulmuştur. Bunlardan bir kısmı, sahiplerinin ruh sağlığı hakkında ciddi endişeleri davet edecek şekilde tezahür etmiştir.”

Faşist zihniyetin bir başka güzel yansıması. Seni eleştiren ya “bozuk ruh sağlığı”na sahiptir ya da “küstahlaşan bir mihraktır”.

Ancak açıklamanın bir yanı daha var ki evlere şenlik: “Bugün MHP’den devlet adına tavır bekleyenlerin o günlerde hangi görevlerde bulundukları ve milliyetçi gençlere hangi gözle baktıklarının kendileri tarafından çok iyi biliniyor.”

Bahçeli aklı sıra 12 Eylül’den hesap soruyor. Bizi de bir gülme alıyor. Kardeşim, 12 Eylül’ün hesabını neden şehit yakınlarından soruyorsun? Ya da muharip gazilerden… Ya da astsubaylardan…

TESUD’u yani emekli subayları kastediyor derseniz, eylemde emekli subayların başında emekli bir tuğgeneral vardı.

12 Eylül’ün başında ise 5 tane Ordu’nun en üst düzey orgenerali bulunuyordu.

Yani 12 Eylül’ün hesabı tuğgeneralden mi sorulur?

Ülkücüler 80 öncesinde de sokağa inmişti! Ülkücü terörün en korkunç sonucu Maraş katliamında yaşandı: 2 gün boyunca şehirde terör estiren MHP’liler çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden 111 yurttaşımızı katletti.

Ülkücüler 80 öncesinde de sokağa inmişti! Ülkücü terörün en korkunç sonucu Maraş katliamında yaşandı: 2 gün boyunca şehirde terör estiren MHP’liler çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden 111 yurttaşımızı katletti.

12 Mart’ın ve 12 Eylül’ün dostu,
21 Mayıs ve 28 Şubat’ın düşmanı

Tabii, MHP’nin maksadı 12 Eylül’den hesap sormak falan değil. MHP’nin Ordu eleştirisi ne hikmetse, laiklik adına Ordu’dan bir tavır geldiğinde ortaya çıkıveriyor.

Yani bugün emekli subaylar “İyi ki 12 Eylül’ü yaptık” yürüyüşü mü düzenliyorlar da onları 12 Eylül’ü hatırlatıp eleştiriyorsunuz.

Bugün emekli subaylar doğru bir tavır içerisinde Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısının tehlike atında olduğunu düşünerek bir refleks geliştirmişler.

MHP’nin rahatsız olduğu konu işte budur.

Zaten bu MHP tarihinin değişmez bir gerçeğidir: Ordu içinde ne zaman devrimci bir refleks gelişse, MHP onun karşısında yer alır. Ordu’nun Amerikancı yönelimlerinin ise hep yanındadır. Parti olarak zarar görse bile. Türkeş’in 12 Eylül döneminde “Biz içerdeyiz ama fikirlerimiz iktidarda” söylemi hatırlardadır sanırız.

Necdet Sevinç imzalı şu satırlar 12 Mart’tan çok değil bir yıl sonra MHP’nin Bizim Anadolu dergisinde yayınlanmıştır: “Hatırlatmak isteriz ki, Türkiye için kurtuluşun başlangıç günü olan 12 Mart Muhtırası’nın altında 633 parlamenterin değil, 4 şerefli askerin imzası vardır.”

Sadi Somuncuoğlu ise 1973’te radyoda yaptığı seçim konuşmasında şöyle demiştir: “12 Mart’ta ülkücüler nöbeti Mehmetçiğe devretmiştir.”

MHP, Türk Ordusu’nun içinden çıkan her tür devrimci reflekse ise karşı çıkmıştır. Bunların en ünlüsü Türkeş’in 22 Şubat ve 21 Mayıs hareketlerine karşı aldığı tavırdır. Talat Aydemir öncülüğündeki bu iki hareket de Ordu’nun ancak bir bölümünün katıldığı ancak Harp Okulu öğrencilerinin tümünün desteklediği devrimci hareketlerdi. Amaçları Ordu’yu tekrar 27 Mayıs’ta olduğu gibi Atatürkçü rotaya sokmaktı. İki hareketi de hükümete “ispiyonlayan” Türkeş olmuştur.

28 Şubat da MHP tarafından eleştirilmiştir. 28 Şubat’ı “millet iradesine saldırı” olarak niteleyen Akşener MHP’nin genel merkez yöneticisidir. Halen İstanbul milletvekilidir. Akşener’e göre 28 Şubat’ın aktörleri yargılanmalıdır: “Türkiye soyulmuştur. Toplumun devletine ve kurumlarına güveni sarsılmıştır. Yöneticilerin iradesi kırılmıştır. Çare Türkiye dışında aranır olmuştur. Türkiye’nin kaynakları heba olmuştur. Meşruiyetin içeride değil de dışarıda aranması sonucu zihinlerde teslimiyet duygusu oluşmuştur. Misak-ı Milli kavramı tartışılır olmuştur. Son söz olarak yeni ultra postmodern darbeyle karşılaşmak istemiyorsak 28 Şubat’larda yer ve rol alanları yargılayabilmeliyiz. Bunu yapamıyorsak sorgulayabilmeliyiz, hiç değilse onları unutmayıp vicdanlarımızda mahkum etmeliyiz.”

Bu açıklama Akşener’in bireysel tavrı olarak görülmemelidir. 28 Şubat karşıtlığı MHP’de hâlâ devam etmektedir. Örneğin MHP’nin ileri gelenlerinden Tunca Toskay yaşanan son türban tartışmaları üzerine şu yorumu yapıyor: “Bugünkü ortamı mini 28 Şubat süreci gibi algılıyorum. O zaman (28 Şubat) da müdahil olmamıştık. Bunu düzenleyenlerle bu konuda çarpışanlar arasında hiç olmadık, bugün de olmayacağız.”

MHP’nin Ordu karşıtlığı bununla da sınırlı değil tabii.

MHP, 222 Temmuz öncesinde Genelkurmay’ın 27 Nisan açıklamasına da tepki göstermişti. Hatta AKP’nin aldığı %47 oyu da Genelkurmay’ın e-muhtırası nedeniyle gerçekleştiğini öne sürmüştü: “İktidar partisinin kamuoyunda itibar kaybettiği son aylar içinde, meclis iradesine yönelik dışarıdan yapılan dayatma ve zorlamaların toplumda kabul görmediği ve iktidar partisine hak etmediği bir desteği sağladığı anlaşılmaktadır.”

Tabii işin bir de komedi yanı var. Ordu’yu 27 Nisan’da iktidar partisine hak etmediği desteği vermekle suçlayan Bahçeli bugün iktidar partisine açıktan destek veriyor. Acaba iktidar partisinin desteği bugün hak ettiğini mi düşünüyor?

Dolayısıyla, MHP hakkında şaşırıp duranlara aslında 45 yıldır çizgilerini değiştirmediklerini, gayet tutarlı davrandıklarını söylemek isteriz.

MHP'nin Ordu düşmanlığı

MHP’nin Ordu düşmanlığının köke-ninde aslında halk düşmanlığı yatmaktadır. Türk Ordusu milletiyle iç içe geçmiş bir Ordu’dur. Bu yüzden MHP gibi halk düşmanı bir hareketin, Ordu dostu olması zaten beklenemez.

Emekli subayların çelengine bile tahammül edemeyen MHP ile Türk Ordusu’yla çarpışmamak için Gemerek’te teslim olan Deniz’in tavrı arasındaki farka dikkatinizi çekeriz. Türk Solu, halkçı ve devrimci olduğu için, Atatürkçü olduğu için hiçbir zaman bir kurum olarak Ordu’yu karşısına almak istememiştir. Ordu’nun Amerikancı darbeler yaptığı dönemlerde bile Türk Solu, Ordu’ya saldırmamıştır, en fazla eleştirmiştir. Ordu’nun Atatürkçü ve devrimci köklerine tekrar geri dönmesi çağrısında bulunmuş ve bir kurum olarak Türk Ordusu’nun her zaman yanında olmuştur.

MHP ise yukarıda belirttiğimiz gibi Türk halkının düşmanı olduğu için doğal olarak halkın ordusunun da düşmanı olmaktadır.

Öyleyse burada MHP’nin halk düşmanı köklerinin de birkaç örneğini hatırlatmakta fayda var.

MHP’nin katliamları

12 Eylül öncesini “bir kardeş kavgası”na dönüştüren süreç üzerine çok şey yazıldı. Ancak o dönemleri sadece kardeş kavgası olarak nitelemek MHP’nin o süreçteki rolünü küçümsemek olacaktır.

O dönem kimi sol örgütlerin terör yöntemlerine başvurarak oyuna geldiği doğrudur. Bu yanlışların eleştirilmesi de gerekir. Bu eleştiriyi zaten TÜRKSOLU olarak kuruluşumuzdan beri yapıyoruz. Ancak o dönem teröre en fazla başvuran, o girdap içinde en büyük yanlışları yapan örgütler bile hiçbir zaman MHP’nin başvurduğu halk düşmanı yöntemleri uygulamamıştır.

Örneğin Maraş katliamını bir hatırlayalım.

İki gün boyunca koca şehirde büyük bir faşist terör uygulayan MHP’liler 111 kişiyi katletti. Yaralı sayısı ise 1000’e yaklaşıyordu. Tabii bunlar saptanabilen rakamlar.

Ancak Maraş katliamı bir sürecin sonuydu. Azgınlaşan MHP terörünün başlangıcı aslında 12 Mart döneminden hemen sonraya denk gelmekteydi. Maraş katliamı sağ-sol çatışmasının bir sonucu değil, sistemli bir şekilde uygulanan faşist terörün çığırından çıkıp çılgınlaştığı bir doruk noktasıydı.

Bu anlamda 12 Mart’tan sonra MHP’nin yaptıklarını kısaca hatırlayalım.

MHP’nin ilk hedefi doğal olarak üniversitelerdi. Türkiye’nin istisnasız bütün üniversiteleri ve yurtları MHP’nin faşist baskısı altında inledi 70’ler boyunca. Devrimci örgütlenmelerin daha güçlü olduğu İstanbul ve Ankara üniversiteleri dışındaki taşra okulları bu faşist baskıdan çok çekti. İstanbul’daki Site Öğrenci Yurdu dahil pek çok yurt da MHP hakimiyeti altında inim inim inledi.

MHP hâkim olamadığı üniversitelerde ise sindirme taktikleri izliyordu. Bunların en ünlüsü 16 Mart katliamıdır. Şubat ve Mart 1978 MHP’nin İstanbul Üniversitesi’ndeki öğrencileri “çıkışta dövmek”le tehdit ettiği günlerdir. Bu nedenle devrimci öğrencilerin tümü fraksiyon farkı gözetmeksizin okulu toplu halde terk etmek zorunda kalmaktadır. Bu toplu çıkış MHP için bir katliam fırsatına dönüşür. Ve o güne kadar dünya tarihinde görülmemiş bir yöntemle saldırır MHP’liler: Beyazıt’ta toplu halde okuldan çıkmakta olan öğrencilerin üstüne el bombası atılır!

Sonuç: 8 ölü, onlarca yaralı…

MHP: İşçinin öğretmenin düşmanı

Tabii MHP, yalnızca öğrenci hareketlerine değil, her tür toplumsal harekete de düşmandır.

Mesela 70’lerde gittikçe güçlenen işçi hareketini bastırmak için MHP’li komandolar komprador patronların yardımına en çok başvurduğu kesimdir. Lokavt kararlarına direnen ya da greve giden işçiler MHP’lilerin saldırılarına uğrar.

1976’daki büyük Profilo direnişi faşist saldırıların nasibini alır. Fabrikada binlernce işçi greve gider. İşveren ise lokavt kararı alır. buna karşı işçiler fabrikayı işgal eder. İşyerlerini terk etmek istemezler. İşveren MHP’den yardım ister. Yüzlerce MHP’li işe alınır. Ve MHP’liler “Çalışmak istiyoruz” bahanesiyle işgali kırmaya çalışır. İki kere fabrikaya baskın düzenlenir. Ancak işçilerin direnişi çok sağlamdır. Direniş, 1000’e yakın polisin panzerlerle MHP’lilere destek olduğu üçüncü bir operasyonla bastırılabilir. 500’den fazla işçi tutuklanır. Tutuklananların yerine ise MHP’liler işbaşı yapar!

12 Mart’tan hemen sonra özellikle öğretmenlerin mücadelesi de MHP terörüyle karşılaşır. Devrimci öğretmen örgütü TÖB-DER bu saldırılara en çok uğrayandır. TÖB-DER’in özellikle Anadolu’daki faaliyetleri MHP’lilerin saldırılarıyla karşılaşır. Milliyetçi Cephe Hükümeti dönemlerinde bu saldırılar artar. TÖB-Der’in mitingleri bile tehdit altındadır. Yalnızca 1975’te saldırıların yaşandığı şehirler şunlardır: Elazığ, Muş, Malatya, Tokat, Amasya, Bingöl, Adıyaman…

1980’e kadar MHP terörünün yaşanmadığı şehir kalmayacaktır.

Tabii 1975-76’da yaşanan olaylar MHP’nin halk düşmanı terörünün yalnızca başlangıcıdır. Zamanla Çorum ve Maraş’ta görüleceği üzere azgınlaşacak olan MHP terörü kendine özgü “yöntem”ler de geliştirecektir.

Örneğin Ankara Piyangotepe’de bir kahvehaneyi basan MHP’liler “soygun var” diyerek herkesi yere yatırır. Ve yerde yatanların üstüne otomatik silahlarla ateş açılır. Sonuç: 7 ölü, onlarca ağır yaralı…

Bahçelievler’de ise solcu olduğu bilenen 7 öğrenci evlerinden alınarak ıssız bir bölgeye götürülüp kurşuna dizilir.

Mamak’ta ise bir otomobile binen MHP’liler mahalledeki bütün kahvehaneleri otomatik silahlarla tararlar: 4 ölü…

MHP terörünü bütün ayrıntılarıyla buraya aktarmamız mümkün değil. Hepsini yazsak yüzlerce sayfa kitap oluşur.

Ancak MHP’lilerin Doğan Öz gibi savcılardan Cevat Yurdakul gibi emniyet müdürlerine, Abdi İpekçi gibi gazetecilerden onlarca öğretim üyesini öldürdüğünü de burada hatırlatalım. Faşist terör o kadar azgınlaşmıştır ki, Milliyet gazetesinden Bedri Koraman bile MHP’yi eleştiren bir karikatürü nedeniyle saldırıya uğrar. Canını zor kurtarır.

MHP’nin yarattığı, daha sonra da körüklediği bu terör ortamının sonuçları 1980’e gelindiğinde vahimdir: Artık günde 20 kişi ölmektedir!

Bugün Genel Merkezi önünde çelengi parçalayan MHP’nin bu “eleştiriye tahammülsüz”lüğüne şaşırmamak gerekiyor. Saldırgan geçmişlerinin tutarlı bir devamını sergiliyorlar o kadar… O yüzden doğal karşılamalıyız.

PKK’yı protesto edenlere “itidal” PKK’yla savaşanlara “dayak”

Ancak MHP’nin yıllar sonra yeniden sokağa indiği gerçeğini göz ardı etmeyelim.

Yani son iki yıldır artan PKK terörüne karşı Türk milleti tepkisini sokaklara inip gösterirken “itidal” çağrısı yapanların bugün o şehitlerimizin yakınlarını dövmekte, emekli subayların çelengini parçalamaktadır. PKK’ya karşı sokağa inenlere “sakin olun” diyenler PKK’ya karşı şehit düşenlerin yakınlarını dövmek için sokağa inmekten çekinmemektedir.

Bu MHP’nin 80 öncesi çizgisine hızla geri döneceğinin bir işareti sayılabilir.

80’den önce halk hareketini bastırmak için sokağa inen MHP, 80 sonrasında ABD’nin sokakları PKK’ya teslim etme stratejisinin bir gereği olarak sokağı terk etmişti.

Ancak o sokaklar ne zaman ki laikliği, Atatürkçülüğü, solculuğu savunanlar tarafından tekrar dolmaya başladı, MHP tekrar sokağa indi…

Anlayacağınız, MHP aslına rücu etti.

Sokaklar Türk düşmanlarının işgali altındayken sokakları boşaltıp tüm Türkiye’nin adeta bir PKK esareti altında yaşamasına sessiz kaldılar.

Sokaklar gerçek milliyetçilerin, Atatürkçülerin ve laiklerin eylemleriyle dolmaya başlayınca 70’lerdeki misyonlarına geri döndüler: Sokağa indiler.

Sokağa inmeye karar veren MHP’lilerden ilk dayağı “Tarifsiz düş kırıklığımızla…” diyerek bugüne kadar MHP’den AKP’ye karşı muhalefet beklediğini de itiraf edenlerin yemesi de siyasetimizin bir başka komedisi...

Sanırız düş kırıklıkları daha da artmıştır.

Kim bilir. MHP’nin sokağa inme stratejisi devam ederse, 22 Temmuz öncesinde Atatürkçülük adına MHP’ye oy isteyenlerin mitinglerinin de MHP’lilerin saldırısına uğradığını görebiliriz.

Herhalde o zaman anlaşılır, MHP kimmiş, faşist ne demekmiş...

 

0 Comments

Add a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Restore Defaults
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol